Köşe Yazısı - 14/12/2020 21:04

Tohmaya saat 12 de girip, akşam 6 ya dek çimmekten yorgun düşmüş çocuklardık..

Geçerken selvi ağaçlarının altından, uzaklardan salatalık kokusu gelirdi.. Dut ağacında karnımızı doyurur, mezarlıktaki çeşmede hiç ölmeyecek gibi su içerdik, su hayattır dercesine…

Hiç duasız geçmezdik Mehmet Halife’nin önünden… Zaman varsa girer türbeye büyük heyecanla bisküvi şeker arardık. Bulamazsak ta, üç taş alır yukarıdaki deliğe çocuk aklımızla isabet ettirip dualarımızın kabul olacağına inanırdık, ne bilelim çocuktuk dedik ya…

Köyün içine girdikçe çocuk sesleri yükselir, kapılarda, dam duluklarında oturanlar sanki bizi bekliyorlar sanırdık…Ve hala öyle sandığımız için hep aklımızda çölde vaha gibi duracak, ama gittiğinde kaybolacak döndüğünde tekrar oluşacak…
Bir gün geri dönmeyi odak noktasına koyan bozkırın sürgün bedenleri.. Ayrı gezen yürek değil beden olmuş…

Damın duluğundan geçerken çörtenler su attırırdı. Gardı, gıştı elde avuçta para heç olmadı emme o vahıt heç yohtu. Öndüç taslar utangaç tavırlar ile evden eve çapraz geçiş yapardı. Kimi yağ verir çay alır ,kimi şeker alır tuz verirdi. Dedik ya yohtu ama insanlık, yardımlaşma samimiyet, birlik insaniyet çok vardı.

Damın üstüne tuz atar, saman basar, loğ taşı ile düz eder gayımlaştırırlardı.,. Geçmesin diye alta gar yağmur suyu…Yorulanda gayfelti hazır olurdu. Bir bardak çay eşliğinde yufa ekmekten ovmaç yufa ekmek dürümüyle ikram edilirdi. Loğ taşı ile anılarını, yaşadıklarını istediğin kadar tuz ile saman ile ez, yine akacak yine damlayacak hislerin duyguların şıp şıp, alemiyon ellağenlere…

Ellağen demişken peşgırıda alın yanınıza yuyun yüzünüzü tabi varsa elinize su dökeniniz…Tıpkı yaşanmışlıklar özlemler hissiyatlar da böyle, varsa peşgırınız düşün peşine…

BENZER HABERLER