Mehrican vurmuş gönüllerin, nasır tutmuş ellerin, eli koynunda kalmış anaların, gelinlerin; keklik öten dağların, çoraktan yanmış hon pöçüğündeki ırgatların, nasibini uzak diyarlarda arayan hüzünlü sürgün gurbetçilerin; arı konmaz kevenlerin, lalekten gelen ılgıt ılgıt yellerin, şükrü her daim dilinden düşürmeyen yiğit insanların, toprağı için devleti için gözünü kırpmayanların, zekatını ve sadakasını peşin peşin harman yerinde verenlerin, acıda sevinçte tek yürek olanların; kış sabahları haşıla pekmez koyanların, ayranı yoksa da bir özeme ya da çalhama ile ikram edenlerin, kömbenin, patilin, cacıklının, her öğün bulgur pilavının, buram buram ekmek kokan tandırların, ahtaraç ile oklavanın sac ile tahtanın, yokluk günlerinin katığı oğmacın; bir çinko tas ve utangaç bir tavırla öndüç istenen bir atım çayın, sığır keşiklerindeki sıranın, çeşme başındaki fısıltıların, çelik çomağın gubbenin, karkış zamanı damdan kürünen karın, saman ve tuzla loğlanan damların, koyun ile kuzunun; iğne şiş ile işlenen nakışların, dokuma halılardaki kirkitin, karışmasın diye köşker ipliğinin süslediği gara lastiğin, kalıç ile elliğin, buğday dererken yorulanların, arpa yolumunda dincelenlerin, yalağı otuyla soba tutuşturanların, saman altı çalarken tozu yutanların, kayısı pırtlatan ellerin, anlatmak ile bitmeyen hikayelerin ve anıların, her şeye rağmen devam eden edebin, örfün, geleneğin, anlatmakla anlatılamayan ille de yaşanılması gereken, yozlaşmış dünyaya inat ille de edep, insanlık, saygı, sevgi diyen; istisnalar kaideyi bozmaz sırrınca satırlara sığmayan, toprağa taşa anlam veren öz yurdumuz; Tohma gerdanında bir incidir
KULUNCAK.