Sosyal Medya alarmı…!
Teknolojinin hayatımızı kolaylaştırıp kolaylaştırmadığı tartışma konusu.
Teknolojinin hayatımızı kolaylaştırmadığı aksine zorlaştırdığını savunanlar, ‘eğer teknoloji hayatımızı kolaylaştırmış olsaydı daha fazla çalışmak zorunda olmazdık’ diyorlar.
Pek haksız sayılmazlar. Teknolojinin imkânlarından yararlanabilmek için öncelikle o teknolojiyi satın almak gerekiyor. Satın almak hiç de kolay değil. En ucuz akıllı telefonun bin liradan satıldığı, asgari ücretin ise 2 bin lira olduğu bir dünyada yaşıyoruz.
Sosyal Medya’nın günlük hayatımıza girdiği günden bu yana rahat yüzü görmedik. Dünya rahat yüzü görmedi. Sosyal Medya sonuç itibariyle küçülüp ceplerimize kadar girebilen akıllı telefonlar üzerinden etkili oluyor. Yani, teknolojinin ürünü, teknolojinin yeni yavrusu… Kuzey Afrika ülkelerinde başlayan twetter fırtınasının önüne kattığı birçok devlet tarihte silinme tehlikesi ile karşı karşıya kaldı. Tunus, Libya, Mısır, Suriye, Yemen…. Daha önce bazı eski ‘Demirperde’ ülkelerinde uygulanan ‘turuncu devrim’ için de aynı şeyler söylenebilir.
Artık ne teknolojiyi kendimizden uzaklaştırabiliriz ne de sosyal medyadan soyutlanabiliriz. Hayatın bir gidiş noktası var. Bizim kuşak, Hoca Efendilerin televizyona ne kadar karşı çıktıklarını bilir. Keza baba ve dedelerimizin de… Hoca efendilerin de, baba ve dedelerimizin de gücü televizyonu günlük hayatımızdan uzaklaştırmaya yetmedi.
Şimdi artık ne gazete okunuyor, ne radyo dinleniyor, ne de televizyon izleniyor. Varsa yoksa internet medyası, sosyal medya…
Bizim kuşak ısrarla sosyal medyanın zararlarını anlatıp duruyor.
Sonuç ne?
Kocaman bir hiç.
Çocuklarımızı odalarından dışarıya çıkarmak dahi mümkün olmuyor. Ellerinde akıllı telefonlar, odalarında, okulda ders aralarında, okula gelip giderken servis araçlarında, yürürken sokak ve caddelerde, belediye otobüslerinde, minibüslerde, köy meydanında, kıraathanede, koyun otlatırken… her yerde, kendi dünyalarında yaşıyorlar.
Bu bizi ürkütüyor tabi…
Hem de nasıl ürkütüyor.
Avuç içine girecek kadar küçük o ekranlardan ne izliyorlar, ne dinliyorlar, hangi adreslere takılıyorlar, ne yazıyorlar, kiminle mesajlaşıyorlar? Belli değil.
Evet, hakikat bu.
Peki çözüm.
Çözüm belli.
Nasıl ki bizden öncekiler bizim televizyon izlememize engel olamadılar, biz de onların sosyal medyayı takip etmelerine engel olamayız.
O zaman ne yapmalıyız?
Vakit kaybetmeden şu üç ilacın yazıldığı reçeteyi tatbik etmemiz gerekiyor. Aksi halde daha çok canımız yanacak.
1- Devletin de desteği ile kendi sosyal mecralarımızı kurabilmeliyiz.
2- Ne şekilde olursa olsun içerik oluşturmalıyız.
3- Çocuklarımıza ‘medya okur-yazarlığını’ öğretmeliyiz.
Birinci maddeden başlayalım. Sosyal Medya adreslerinin hangi ülkeye ait olduğu belli. Dünyayı yöneten güç o yolla 80 milyon ülke evladının röntgenini istediği zaman istediği açıdan çekebiliyor. Tabiri yerindeyse ‘kimin kaç paralık olduğu, kimin ateşinin ne kadar yer yakacağı, kimin ne yaptığı’ bu yolla malum istihbarat birimlerinin elinde. Son on yılda kaç ülkede darbe yaptıklarını, kaç ülkede iç savaş başlattıklarını artık herkes biliyor. Devletin kendi sosyal medyalarımızı oluşturma yönünde yaptığı çalışmalarda başarı elde edilemedi. Pes edilmemeli, devam edilmeli. Devlet artık pek de takip edilmeyen Geleneksel Medya (Gazete-radyo-tv) oluşumlarına verdiği önemden daha fazlasını internet medyasına ve sosyal medyaya vermelidir. Bu işi ciddi yapan İnternet haber ve bilgi siteleri ekonomik olarak desteklenmeli, doğru ve faydalı bilgi üreten siteler ödüllendirilmeli, bu alana yönlenecek gençlerin önü açılmalı ve onlara cesaret verilmelidir. Yine aynı şekilde kendi sosyal medya mecraları oluşturma yönünde gayret eden teknik kabiliyeti olan gençler desteklenmeli, ödüllendirilerek cesaretlendirilmelidir. Sosyal Medya içerikleri oluşturan kurumsal yapılar oluşturulmalı, Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı ve Kültür Bakanlığı bu yönde çaba gösterenleri teşvik etmelidir. Bu yönde yapılacak olan tüm çalışmaların “Düşmanlara karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet hazırlayın. Savaş atları yetiştirin ki bu hazırlıkla Allah’ın düşmanlarını, sizin düşmanlarınızı ve onların ötesinde sizin bilemeyip de ancak Allah’ın bildiği diğer düşmanları korkutup yıldırasınız. Allah yolunda her ne harcarsanız, onun karşılığı size eksiksiz ödenir, size asla haksızlık yapılmaz.”(Enfal, 8/60) ayeti kerimesinin gereği olduğu unutulmamalıdır
Sosyal Medya’ya girişleri durduramıyorsak, sosyal medya içeriklerini bizim oluşturmamız gerekiyor. Ciddi bir bilgi kirliliği var. Wikipedia’ya alternatif bir internet bilgi havuzu oluşturamadık. Tebliğ ve cihat sadece savaş alanlarında yapılmaz. Hazreti Peygamberin bir savaş dönüşü ‘şimdi küçük cihattan büyük cihada dönüyoruz’ hadisi şerifini güncel konjonktür çerçevesinde hayatımıza uygulayabilmeliyiz. Peygamberimizin büyük cihat olarak değerlendirdiği ‘nefis cihadının’ günümüzdeki en önemli versiyonlarından birinin sosyal medya ile mücadele olduğu unutulmamalı. Sosyal Medya ile savaşmak yerine onunla barışmayı denemeliyiz. Sosyal Medya ile barışmak doğru, kaliteli ve eğitici içerikler oluşturmakla mümkün olabilir. Bu eğitici içerikleri ‘vaaz, nasihat, konferans,’ gibi düşünmemeliyiz. Biz Müslümanlar anasından yeni doğan bir bebekten hayatının son dönemlerini yaşayan bir yaşlıya kadar herkese doğru, kaliteli ve faydalı bilgiyi sosyal medyanın eğlenceli dili ile verebilmeyi başarabilmeliyiz. Bunu televizyonda başaramadık, sosyal medyada başarabilmeliyiz. Ben kamu kuruluşları, belediyeler, sivil toplum kuruluşları ve imkânı olan her kurum ve her kişinin bu konuya eğilmesini farz mesabesinde önemli görüyorum. Televizyonun, günlük hayatımızı kasıp kavurduğu dönemlerde imkanı olan kurum, kuruluş, STK ve özel firmalara ‘kitaba evet ama televizyon içerikleri de üretmelisiniz, çizgi filim, çocuk programları, belgesel, filim, dizi…’ çağrısında bulunmuştum. Ama bu çağrım sonuçsuz kaldı. 50 yaşındayım. Bunun 35’ini medyanın içerisinde geçirmiş biri olarak feryad-figan haykırıyorum; ‘ne olursunuz sosyal medya içerikleri oluşturun…!’
Üçüncü madde bir devlet politikası olmalı. RTÜK’ün kendi çabaları ile hayata geçirdiği ‘Medya Okur-Yazarlığı’ dersi tutmadı. Ne öğretmenler, ne veliler ne de öğrenciler konuyu önemsediler. Zaten ders seçmeli olunca seçen de olmadı. Doğrusu bu değildi. Doğrusu, ‘Medya Okur-Yazarlığı’ dersinin bağımsız bir ders olarak okutulması değil, Sosyal Bilgiler Dersi’nde zorunlu okutulan bir ünite olmasıydı. Her yılın müfredatında bulunmalıydı. Sosyal Bilgiler Öğretmenlerine de bu konu lisans
eğitimlerinde iyi anlatılmalıydı. Sadece Sosyal Bilgiler öğretmenleri değil diğer öğretmenlerin de uygun zamanda bu konuyu çocuklara kendi derslerinin dili ile anlatmaları gerekmektedir. Bir neslin hebası veya ihyası olarak nitelendirilebilecek bu konu Milli Savunma kadar büyük önem arz etmektedir.
Artık sosyal medyanın faydası veya zararını anlatacak vakit geçmiştir. Buna harcanacak her dakika boşa vakit öldürmektir. Vakit harekete geçme vaktidir.
Nurettin BAY