Kış sezonu bitmiş, yaz gelmişti. Yaz gelince bizim şekerleme işinde duraklama olurdu. Karpuz, üzüm çıkar satışlar bayağı azalırdı. İşte böyle bir zamanda, cumartesi öğlen sonu, temizliği bitirip birinci kata inmiştim. Birinci katta hem kuru yemiş hem de lokum, sucuk imal ediliyordu. Ayrıca patronların yazıhanesi de oradaydı. Haftalığımı almak için yazıhaneye girdiğimde, patronum Hasan Hüseyin hesap işleriyle ilgileniyordu. “İşin bitti mi?” diye sordu. “evet” yanıtını alınca kasayı açıp bin iki yüz elli lira para verdi, bir şey de söylemedi. Parayı alıp cebime koydum, yolda belki dört beş sefer saydım, oysa benim haftalığım bin üç yüz elli liraydı. Neyse dedim, belki para azdır, ondan eksik vermiştir, diye düşündüm. Bir hafta sonra, yine haftalığımı almak için yazıhaneye indiğimde, bu sefer bin yüz lira verdi. Patrona dönüp: “Dayı para mı yok? Geçen hafta yüz lira, bu hafta iki yüz lira eksik verdin.” deyince : “Hayır, para var ama senin hakkın bu kadar!” dedi. Hemen yazıhaneden çıkıp kuruyemiş ustası Antepli Hasan Usta’yı yazıhaneye çağırdım. Usta gelince: “Usta’m benim haftalığım bin üç yüz liraydı, geçen hafta bin iki yüz elli, bu hafta bin yüze düştü. Bu ne demek! Sen ustasın çok yerde çalışmışın, ALLAH için söyle!” Hasan Usta bir bana baktı bir patrona baktı: “ Doğru mu?” dedi. Patron kafayı evet anlamında sallayınca Antep şivesiyle : “Bu defol git! Demek ağam.” dedi: “Sağ ol Usta’m.” dedim. Usta işinin başına giderken patrona dönüp : “Dayı, sen benim haftalığımı dokuz yüze de düşürsen ben burada çalışacağım ne zaman ki size olan borcumu bitirdim, işte o gün işten çıkacağım. Sağ olun, bana her türlü yardımcı oldunuz ama bu demek değil ki haftalığı düşürerek beni zora sokmaya hakkınız olsun. Görelim mevlam neyler, neylerse güzel eyler.” deyip çıkıp gittim.
Sonbahar gelmişti, artık baba olma hayalleri kuruyordum. Güzel bir duyguydu, arada bir anama soruyordum: “Ne zaman bir torunun olacak?” diye, o da: “Bekle oğlum, daha yenisiniz hayırlısıyla olur inşallah, hele zamanı gelsin de o da olur.” Diyordu.
Günlerden pazardı, evde istirahatteydim. Kahvaltı hazırdı, abimi aradım. Dışarıda olduğunu gördüm; kapıyı açtığımda abim, evin önündeki çeşmede gömleğini yıkıyordu. Birden moralim bozuldu, yanına varıp: “Ne yapıyorsun?” dedim: “Gömleğimi yıkıyorum.” dedi. Ben de: “ Evde gelin var, onu da geç anamız var, ayıp değil mi, sen çıkmış kendin yıkıyorsun? Bak komşular bize bakıyor, bu yaptığın doğru değil.” deyince elindeki gömleği çeşmeye asıp: “ Kendi işimi kendim görürüm, kimseye ihtiyacım yok, eğer beni düşünüyorsan…” gerisini söylemeyip odasına çekildi. kahvaltıya da gelmedi, evet durum belliydi ama ne yapabilirdim. Bir işte çalışmıyordu, kaç tane kız istemiş isek de olmamıştı, üstelik borçluyduk, artık akşamları da eve girmiyor damın üzerine çıkıp türkü çağırıp duruyordu. Bir akşam komşumuz olan, aynı zamanda Kuluncak Bıyıkboğazı köyünden Osman Kalkan’la evli olan Kızılhisar köyünden Raziye abla oturmaya gelmişti. Beni evladı gibi sever, bana hep Hacı Mustafa diye hitap ederdi. Herkesin yardımına koşan, iyiliksever bir kadındı. Durumu ona açtım, bana dönüp: “Abin haklı; yaşı yirmiyi geçmiş, kendi küçüğü evlenmiş, ne yapsın çocuk?” deyince: “Ben ne yapayım Raziye ablam? Evlendirek de kiminle?” dedim: “Kız aha kapının ağzında.” dedi. Düşündüm, düşündüm çıkaramadım, karşı komşunun kızından bahsediyormuş. Birden şaşırdım, evet karşı komşumuzdu. Babası Malatya Hekimhan Sazlı köyünden gelmiş, bizden önce yerleşmişti. Anası ayrılmış, babası yeniden evlenmiş, pek de aklı başında olmayan bir analığı vardı. Babası değirmende çalışır, evde inek beslerdi: “İyi de kız daha on beş yaşında.” dedim: “İyi ya gözü sizde açılır, anan onu eğitir, hem de analık elinden kurtulur, iyi olur. Akşam geleyim hemen gidip isteyelim.” Gayri ihtiyarı “Olur.” dedim.
Durumu anama anlattım. Verirler mi acaba diye tereddüt etti. Akşam varıp kapısına oturduk, durumu açıp Allah’ın emriyle istedim. Babası Süleyman amca biraz düşündükten sonra “Olur.” Dedi. Allah hayırlı eylesin deyip tokalaştık, Raziye abla bana bakıp “haydi durma bir şeyler getir ağzımızı tatlandır,” “hazırlıksızım” dedim “o zaman git Ramazan’ın dükkanından lokum sucuk getir, hemen kalkıp dükkandan lokum sucuk getirip oradakilere dağıttım ve böylece abimin tatlısı yenmiş oldu. Zaten kıza sormak gibi bir durum yoktu, baba ne derse oydu. Fikir bile sorulmadı. Sıra başlık parasına gelmişti; yirmi beş bin liraya karar kılınmıştı. Bir kaç gün sonra bir çift küpe alıp takıntı olarak taktık. Babası Süleyman emmi, “bir de kızıma dikiş makinesi isterim” dedi, ama maalesef alamadık. Bir gün yine oturma maksadıyla gelinliğe gittiğimizde Süleyman emmi bana bakıp “bak oğlum ben bu kızı küçük yaşta size verdim, sen aklı başında birisin, bu kızım Selma sana emanet bak, ben seni bilirim bunlara sahip çık, ben istedim ki; bunlar benim hemşerim bir de analık elinden kurtulsun. Sizde biliyorsunuz ki analığı aklı başında birisi değil” dedi, bende “sağ ol Süleyman emmi başım üstüne, ona gelin gözüyle değil bacım gözüyle bakıp, her türlü sorunuyla ilgilenirim inşallah,”
Abimin nişanlılık devresi fazla sürmedi. Memleketteki tarlaya ortaklar nohut ekmişlerdi. Kısmet ya nohutta iyi verim vermişti, nohudu samanını satıp hemen başlık parasını ödeyip düğün hazırlıklarına başladık. Abim gözlerinden dolayı askerden muaftı, benimse askerliğim yakındı o yüzden abimin borçlarını üstlenip benimkini dondurdum, çünkü ben askere gidince aileye o bakacaktı. Üç gözlü evin bir odasını ona tanzim edip bir karyola bir sandık bir de büfe küçük vitrin aldık. Düğünü kurup gelini aldık. Şimdi bir odada biz bir odada onlar orta odada da anam kalıyordu.
Nihayet askerliğim gelip çatmıştı. Anam boş durmaz, gelin olacak kızların, evlenecek damatların yatak yorganını yapar aileye destek olurdu. Günüm gelmiş askerlik şubesine çağrılmıştım. O gün sülüsümü aldım, askerliğim Balıkesir Edremit’e çıkmıştı. Hüzün ve sevinç arasında eve geldim, seviniyordum bu vatana hizmet edeceğim diye. Hüzünleniyordum evden ailemden eşimden ayrılıyordum. Tamda baba olacağım belli olduğu bir zamanda eve geldiğimde, evde soğuk yeller esiyordu. Sebebini sorduğumda abim sinirli bir şekilde ben bu evde sizinle beraber kalmak istemiyorum, ayrılalım. Kafamdan kaynar sular döküldü, ağlamamak için kendimi zor tuttum. Oysa ben kendi borcumu dondurmuş onun borcunu ödemiştim ki o eve rahat baksın diye. Anam bizim köylü birisine düğün yatağı yapıyordu hanımı yanıma alıp oraya gidip durumu anama anlattım. Anam “sen canını sıkma oğlum ben size yetim olarak nasıl bakıp büyüttüysem, sen gelene kadar gelinime de bakarım inşallah sen hiç merak etme, gelinime de doğacak çocuğuna da en iyi şekilde bakarım. Sen merak etme çek askerine git Allah kerimdir, hepsi yirmi ay değil mi?” dedi. Üç gün sonrada abime küs olarak Balıkesir Edremit’e doğru yol aldım. Hanım ile yengem çarşıya kadar yürüyerek getirdiler. Hanıma bir paket samsun sigarası aldım, efkarlandıkça iç deyip eve yolladım ve bende otobüse binip gözyaşlarımı içime akıtarak yola revan oldum. Otobüs Adana’ya doğru yol alırken içindeki yolcunun yarıdan fazlası askerdi. Hemen hemen hepsi de aynı yere gidiyordu. Yanımda Osmaniyeli bir arkadaşım vardı. Yıl 1981/9 mart
otobüs Osmaniye’den uzaklaştıkça içimi hüzün kaplıyordu. Yönümü yola dönüp için için ağlıyordum. Abimin gider ayak bana yaptığı çok ağır gelmişti, abim tez gaza gelirdi, kim ne dedi de böyle yaptı diye düşünürken kendi kendime boş ver dedim Allah var gam yok deyip içimden yaşlı gözlerle şu türküyü okudum;
Sen neler yaşadın neleri gördün
Hüzünlenme deli gönül sabır et
Daha on dördünde terk ettin yurdun
Hüzünlenme deli gönül sabır et
Altı aylık iken kalmıştın yetim
Hayat sana daim olmuştur çetin
Dindir efkarını olasın metin
Hüzünlenme deli gönül sabır et
Hangi kara günkü durdu yerinde
Buda gelip geçer günün birinde
Söner buza döner yürek korunda
Hüzünlenme deli gönül sabır et
İçine atıp da düşme dertlere
Kah merde düşen kah namertlere
Dök arzuhalini ak kağıtlara
Hüzünlenme deli gönül sabır et
Nasıl olur insan yüreği taştan
Temmuz ayı soğuk geliyor kıştan
Yesen de darbeyi o can kardaştan
Hüzünlenme deli gönül sabır et
Anam var yanında bırakmaz naçar
Yeydani’m gam yükü elbette göçer
Yirmi ay askerlik nedir ki geçer
Hüzünlenme deli gönül sabır et.