Bir piri faniyi gördüm rüyamda
Gonca güller açtı sanki dünyamda
Değişti kaderim hemen bir anda
Mutlu olmak benim hakkım değil mi?
Günlerden cumartesi, işyerinden bir gün izin aldım. Sabahleyin kahvaltıdan sonra, abimi de yanıma alıp gardaşım dediğim İbrahim Usta’nın oğlu Mevlüt Çifçi’nin düğününe gittim. Oraya vardığımızda henüz erkendi. Oturduk, sohbet edip çay içerken Mevlüt bir ara beni çağırdı, koluma girip: ”Gardaş, dediğim kız burada, sana göstereceğim, sen iyice bak.” Kapıdan içeriye girdiğimizde, kucağında bir çocukla iç kapının arasında duran esmer, orta boylu, iri kahve renkli gözlü, kıvırcık saçlı bir kızı gösterip: “İşte bu.” dedi. Alıcı gözüyle çaktırmadan baktım, bana şaka gibi gelse de o anda, içimde bir şeylerin kıpırdadığını hissettim. Az sonra davul zurna ekibi geldi. Hazırlıklar yapıldı ve ilk önce bayanlar oynadı. Tabii bu arada baktığım kız da oyuna çıktı, ben de boş durmadım, alıcı gözle seyrettim. Bayanlar oyunu bitirince bana: ‘Haydi sıra sende.” dediler. Elimi cebime attım, mendilim yoktu. İşte o heyecanla yapmamam gereken bir şeyi yaptım. Dışarıda dizilmiş oturan bayanlardan birinin yazmasını kafasından alıp zurnacıya: ”Bir Malatya havası çal.” Deyip, o zamanlar meşhur olan Malatya, ardından da yaylalarla halay başı olarak yoruluncaya kadar oynadım. Sonra özür dileyip bayanın yazmasını verdim. O da cahilliğime saymış olacak ki seslenmedi. O gün akşama kadar, ikinci gün öğlen sonu gelini getirene kadar sürdü. O akşam abim köye, ortaktaki tarlanın mahsulünü getirmek için Kuluncak’a gitti. Pazartesi akşam iş çıkışı iki kilo baklava alıp hayırlı olsuna Mevlitgile gittim. Yemek, çay faslından sonra İbrahim Usta, Rahma Ana kalkıp giyindiler. Bana: ”Haydi ya Allah! Gidiyoh.” Dediler. “Nereye“ dedim, “kızı istemeye” dediklerinde önce bir şaşırdım sonra “olur mu?” ben hazırlıksızım, abim köye gitti, anamın da haberi yok dedimse de İbrahim usta “biz bir kere niyetlendik, hayır iş beklemeye gelmez sende kızı beğenmişsin bize de gidip istemek düşer” bense diyecek bir şey bulamadım. Düştük hâla bu arada düşünmeye başladım kendimce şu karara vardım nasıl olsa bana vermezler, daha yaşım on yedi beni tanımıyorlar. Bir macera olur gidelim bakalım dedim. Evlerine vardığımızda anası, babası, iki kız kardeşi, ikide erkek kardeşi vardı. Gelirken anlattıklarına göre bir abisi Ankara’da yeni Astsubay olmuş bir abisi de inşatta çalışırmış. Ama babasıyla siyasetten dolayı araları açıkmış o yüzden eve pek gelmiyormuş. Oturup hoş beşten sonra çaylar içildi bundan sonra konuşulanları anlamıyordum. Çünkü aile Urfalı, Kürtçe konuşuluyordu. İbrahim usta arada bir bana dönüp sen sıkılma işin olacak diyordu. Bu arada bir kedi yavrusu musallat oldu bana, tahta sedirde oturuyorum ayaklarım haliyle yerde yavru kedi koşarak ayağıma tırmanıp omzuma çıkıp, o zaman uzun olan saçlarımla oynuyor ben de renkten renge giriyorum. Alıp elimle yavaşça yere bırakıyorum daha hızlı şekilde omzuma çıkıyor, neyse ki işin farkına vardılar da benden uzaklaştırdılar. Aradan iki saat kadar geçmişti ki İbrahim usta bana dönüp haydi hayırlı olsun kızı verdiler, şimdi kalk ellerini öp. Sıra başlık parasını konuşmaya geldi deyince utana sıkıla kalkıp ellerini öptüm, yine Kürtçe başlık parasını konuşurken dış kapı açıldı, genç bir deli kanlı içeriye girdi. İbrahim usta yavaşça bana dönüp “bu kızın Halil abisi biraz deli, inşallah işimizi bozmaz” deyip Halil ile hoş beş etti. Kızın babası oğluna, “bak oğlum bu çocuk Malatyalıymış, şekerleme imalatında çalışıyormuş, bacın Hacer’i istemeye gelmiş sen ne diyorsun” deyince, Halil kafasını önüne eğip, “bu arkadaşı bir kaç kez Mevlütle beraber gördüm. Kötü biri olsa Mevlüt ile beraber gezmez” dedi. “İbrahim usta da, Rahma teyzemde bize zarar getirmez ben verin derim yinede siz bilirsiniz” dedikten sonra başlık parası faslı devam etti. Bir ara İbrahim usta bana dönüp “kırk bin lira istiyorlar ne diyorsun” bende utana sıkıla “çok” dedim, bana ağır gelir. Neyse ki yirmi bin lirada anlaştık bir müddet daha oturduktan sonra vedalaşıp ayrıldık. Onlar evlerine giderken bende gecenin karanlığında kafamda binlerce soruyla eve doğru yürürken, birden o piri faninin dedikleri, o sigaramı yakan kız aynısıydı. İçim ferahladı birden boş ver dedim kendi kendime. Hem bir vefasızdan kurtuluyorum hem de evim barkım olur. Başlık parası biraz çok amma ALLAH kerim deyip ağır adımlarla giderken şu türküyü mırıldanıyordum,
RÜYAMDA GÖRDÜĞÜM GÜZEL
Gittim bir düğüne kapıda durmuş
Sordum kucağına kardeşin almış
İri ceylan gözler kaşına uymuş
İşte bu rüyamda gördüğüm güzel
Davul çalınınca çıktı oynadı
Merhaba dedim ya beni duymadı
Vallahi benimde kanım kaynadı
İşte bu rüyamda gördüğüm güzel
Damat gelip birden karşımda durdu
Beğendin mi diye usulca sordu
Işıldayan gözüm heyecanım gördü
İşte bu rüyamda gördüğüm güzel
İkinci gün gittim görmeye gelin
İbrahim ustanın öpünce elin
Tuttular o kızın evinin yolun
İşte bu rüyamda gördüğüm güzel
Urfalı bir aile belli halinden
Anlamadım zaten neyse dilinden
Bir bardak çayın içtim elinden
İşte bu rüyamda gördüğüm güzel
İbrahim ustada başladı söze
Dünür geldik dedi biz sizin kıza
Hemen de orada verdiler bize
İşte bu rüyamda gördüğüm güzel
Şu nutkum tutuldu sesim kısıldı
Konuşmalar bitti birden susuldu
Yirmi bin lirada başlık kesildi
İşte bu rüyamda gördüğüm güzel
Aşık Yeydaniyim bitsin feryadım
Boşuna vefasız birini aradım
Çok şükür rabbime verdi muradım
İşte bu rüyamda gördüğüm güzel.
Eve vardığımda gece bir hayli ilerlemişti. Kapıya vurduğumda anam endişeyle açtı, hala yatmamıştı “niye yatmadın” dedim. “Sen eve gelmeden uyku girmiyor gözüme, senden endişeleniyorum, başına bir iş gelecek diye korkuyorum nerde kaldın” dedi. Dedim “hani bir arkadaşımın düğünü olmuştu ya, ha işte onlara hayırlı olsuna gittim.” anam bir iç çekip “darısı sana olsun” dedi. Bende “inşallah anam çok yakında oda olacak, bu gün yarin haber vereceğim” dedim. Maksadım abim gelsin öyle söyleyeyim diye. Sabahleyin kalkıp işe gittim. Öğlen vakti Mevlüt geldi “otur bir şeyler ye” dedim “yok gideceğim babamın selamı var üç güne kadar Urfa’ya gideceğim, ben gitmeden tatlıyı yiyelim. Ne olur ne olmaz biz işi sağlama bağlayalım” deyip gitti. Bense soğuk soğuk terlemişim, abim yok para yok ne yapabilirim diye düşünürken, artık silkelenip kendime gelmenin zamanı gelmişti. Mücadele etmem gerekiyordu. Ustadan izin alıp çarşıya çıktım, bizim Kuluncak Bıyıkboğazı köyünden pastaneci Ali Bulut vardı. Yanına varıp yarın için on kilo baklava siparişi verdim, borca elime para geçince vermeye. Sağ olsun kabul etmişti. Ev sahibimin kızı konfeksiyonda çalışıyordu, yanına varıp durumu anlattım. Biraz kıyafet kendisine beğendirip, hafta sonu parasını vermeye, alıp eve gittim anam akşam yemeğiyle meşguldu. Varıp hemen elini öpüp “müjde ana” dedim, “neyin müjdesi bu” dedi. “Bir kız istedim verdiler. Haydi gözün aydın yarin tatlı yiyoruz”. Anam “iyide oğlum kız kim, kimin nesi ben niye görmedim. Abin köydeyken acelen neydi, biraz bekleseydin bari” dedi. “Yok anam iş aceleye geldi bekleyemezdim, olsa iyi olurdu amma ne yapalım” dedim. Anam düşünceli düşünceli “hayırlısı amma ne takacaksın”, “merak etme anam ben hazırladım, hani abim nişanlanacak diye aldığım bir yüzük, bir küpe, bir de saat vardı ya onu takarız. Kıyafette aldım, baklava siparişi de verdim. Her şey yolunda”. İkinci gün işten erken çıktım. Baklavayı aldım, kız evine ve İbrahim usta gile haber saldım. Komşuları dolandım davet ettim amma kimse gelmedi. Niye diye sorduğumda sana kim kız verecek kendi başına kız istememi olur ananın bile haberi yok seni kandırmışlardır diyorlardı. Baktım gelen yok mahalleden arkadaşlarım, köylülerim Ali Kalkan ve Nurettin Kalkan’ı birde yine köylümüz Ahmet Turan Cengiz’i kızışıp ikna ettim. Anamı, üvey abim Süleyman’ı ve yengemi alıp kız evine gittik. Onlarda bir kaç akraba çağırmışlardı, böylece takıntımızı takıp, tatlımızı yedik. Rabbim bana yürü kulum demişti. Artık kederlenme yok, ağlamak yok, uykusuz geceler yok, mücadele var, yuva kurma telaşı var, velhasıl emek var, çaba var, inşallah sonunda da mutluluk var. Eve geldiğimizde anama sordum nasıl gelinini beğendin mi diye. Anam “ne bileyim oğlum on beş yaşında bir çocuk, önemli olan kafalarınızın bir birini tutması. Hayırlısı olsun inşallah Selvi’yi de unutur mutlu olursun” deyince hemen aklıma o vefasız geldi. Derin bir iç çektikten sonra bak dinle anam deyip elimi kulağıma atıp şu türküyü söyledim.
BULMAZ MI SANDIN
Habersizce benden kaçıp gidince
Senden iyisini bulmaz mı sandın
Ne yaptığın sandın söyle kendince
Ağlattığın gözler gülmez mi sandın
Gariptim yetimdim hor mu görüldüm
Vefasız elinden kötü vuruldum
Dikenmişsin gülüm diye sarıldım
Benden başkasını almaz mı sandın
Düştün gidiyorsun bir yanlış yola
Biz sevda satmayız paraya pula
Revamı yaptığın bu garip kula
Maceranın sonu gelmez mi sandın
Neyine aldandın bilmem ki onun
Hiç mi sızlamadı zalim sol yanın
Ne yazık yanacak sonunda canın
Cahildir o bir şey bilmez mi sandın
Senin gibi dönmez idim sözümden
Yaş yerine kanlar aktı gözümden
Ayırırlar bir gün körpe kuzundan
Sahte aşk miadın dolmaz mı sandın
Yeydaniyim seni kalbimden attım
Huzuru mutluluğu ben onda tattım
O piri faninin sözünü tuttum
Yüreğimden ismin silmez mi sandın.