Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz Anadolu Yayıncılar Derneğine konuk olarak gazetecilerin gündeme dai sorularını cevapladı.
Cevdet Yılmaz burada şu açıklamaları yaptı:” Anadolu medyası çok kıymetli. Bunu her zaman görüyoruz ama özellikle 15 Temmuz da çok daha yakın bir şekilde hissettik, gördük. Anadolu medyasının gücü, aynı zamanda demokrasinin gücü, milletin gücü.
Ekonomiyle siyaset arasında güçlü bir bağ var, ilişki var. Siyasi istikrarın olmadığı, siyasi belirsizliklerin olduğu ortamlar ekonomiyi de olumsuz etkiliyor. Türkiye, son 20 yılda ekonomide bir başarı sağladıysa bunu büyük oranda siyasi istikrara borçlu. Son 20 yılda sadece bir tek rakamla izah edecek olursam dünya ekonomisi yıllık ortalama 3,6 büyürken, Türkiye ekonomisi yıllık ortalama 5,4 büyümüş. Yani dünya ortalamasının 1,8 puan üstünde bir büyüme performansı sergilemişiz. Bugün belli bir refah düzeyine, belli bir ekonomik büyüklük düzeyine geldiysek işte bu farkla geldik. Bir yıl için bu çok önemli değil diye görebilirsiniz ama 20 yılda bunun ne kadar önemli bir birleşik etki oluşturduğunu herhalde hepimiz takdir ederiz. Daha uzun sürelerle böyle bir performans göstermek işte ülkeleri dünyadan, diğer ülkelerden ayrıştıran en önemli unsur. Dolayısıyla bu performansı da Türkiye, siyasi istikrarla sağladı, siyasi belirsizliklerin olmadığı bir yönetim anlayışıyla sağladı. Geçtiğimiz Mayıs ayında yaptığımız seçimler bu anlamda ekonomi içinde çok kritik seçimlerdi. Gerek Cumhurbaşkanlığı gerek meclis seçimleri ve beş yıllık bir perspektif açılmış oldu Türkiye’nin önüne. Siyasi belirsizlikler ortadan kalkmış oldu. Bu ekonomimiz adına da en önemli zemini teşkil ediyor. Siyasi zemini teşkil ediyor. Şimdi önümüzde yerel seçimler var. Yerel seçimler malum makro politikayı etkileyen, makro politika çerçevesini belirleyen seçimler değil daha çok yerel hizmetleri, politikaları etkileyen seçimler. Cumhurbaşkanımıza halkımız bir kez daha güven tazeledi ve beş yıllık bir dönem için yeniden seçildi. Mecliste de Cumhur İttifakı çok net bir çoğunluk elde etti. Dolayısıyla siyasette bir tartışma kalmadı. Siyasi belirsizlikleri azalttığımız gibi politika belirsizlikleri azalttığımız gibi politika belirsizliklerini de ortadan kaldırdık.
Hatırlarsanız geçen yıl seçimlere doğru özellikle çok sayıda tartışmalar vardı. Ne olacak? Hangi politikalar izlenecek? Bu da önemli bir belirsizlik unsuru teşkil ediyordu. Hangi hükümet gelirse gelsin izleyeceği politikalarla ilgili belirsizlikler, tartışmalar vardı. Bunlar da seçimden sonra sona erdi.
Özellikle Orta Vadeli Programın Sayın Cumhurbaşkanımız tarafından toplumla paylaşılmasıyla birlikte siyasi belirsizlikler ortadan kalktığı gibi politika belirsizliklerine de son verilmiş oldu. Genel politika çerçevesi çok net bir şekilde toplumla paylaşılmış oldu. Dolayısıyla her iki açıdan da siyaset açısından da izlenecek politikalar açısından da öngörülebilirliğin arttığı bir döneme girmiş olduk. Bu da ekonomimiz için çok güçlü bir zemin teşkil ediyor.
Burada bizim şöyle bir değerlendirmemiz var. Türkiye özellikle son üç yılda reel ekonomi tarafında çok büyük bir performans sağladı. Bunu da yine bir tane rakamla ifade etmek isterim, ekonomik büyüme rakamıyla. 2020-2021-2022 yıllarını kastediyorum. Üç yılda bu pandeminin dünyayı etkilediği dönemi ifade ediyor. Dünya ekonomisi bu dönemde yüzde 7 büyümüş birleşik olarak. Bu üç yıl için dünyadaki büyüme yüzde 7 toplam büyüme. Yıllık değil, üç yıllık toplam büyüme yüzde 7. Aynı dönemde Türkiye ne kadar büyümüş diye baktığımızda yaklaşık yüzde 20. Yani dünya ortalamasının çok üstünde bir büyüme performansı sergilemişiz.
İstihdamda işte ihracatta, turizm gelirinde hangi reel göstergeye bakarsanız bakın, Türkiye bu 3 yılda çok ciddi bir performans sergilemiş, ortaya koyulmuş. Ama aynı dönemde finansal açıdan bazı gelişmeler yaşadık. Özellikle enflasyon tabii. Büyümede, istihdamda, ihracatta çok iyi performans gösterdik ama enflasyon halkımızın da sorunu. Bizim de şu anda gördüğümüz öncelikli sorun.
Dolayısıyla şu anda bu siyasi istikrar ortamında, reel ekonomide kaydettiğimiz bu gelişmeler zemininde enflasyonu aşağıya çekmek, fiyat istikrarını sağlamak öncelikli hedefimiz haline gelmiş durumda. Bunu yaparken de ama büyümemizi ve istihdamımızı da belli bir seyir içinde devam ettirmek durumundayız. Aslında bu sadece Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı bir meydan okuma değil. Tüm dünyada da bu benzer bir tablo var. Bir taraftan pandemi sonrası oluşan ortamda enflasyonu aşağı indirme çabası var. Her ülkenin kendi şartlarında kendi rakamlarıyla ama genel bir problem bu. Enflasyonu aşağıya çekme çabası var. Bir taraftan da resesyona düşmeden belli bir büyüme inmesinde devam ettirerek bunu gerçekleştirme kaygısı var. Dolayısıyla tüm dünya gibi biz de aynı şekilde hem enflasyonu aşağıya indirmek halkımızın bu anlamda yaşam şartlarını iyileştirmek hem de büyümeyi istihdamı sürdürmek istiyoruz.
Cumhurbaşkanımızın hep altını çizdiği bir husus var. Bu yatırım, istihdam, üretim, ihracat… Hakikaten bunlar çok önemli kavramlar ve Türkiye bu ana çerçeve içinde bütün politikalarını şekillendirmiş durumda. Yatırım kavramını özellikle bu çerçevede ayrıcalıklı bir şekilde belirtmek isterim. Sayın Cumhurbaşkanımız bu sıralamayı da rastgele yapmıyor yani. Birinci sırada hakikaten yatırım var. Dolayısıyla yatırım da kalkınmanın, gelişmenin dinamiği, gerek kamu yatırımları gerek özel yatırımlar. Bir taraftan enflasyonla mücadele ederken diğer taraftan da yatırımlarımızı sürdürme çabası içindeyiz ve bu bizim temel makro çerçevemizi oluşturuyor.
BÜYÜME
Büyüme de bu yıl ne durumdayız diye baktığınızda ilk yarıda yüzde 3,9 büyümüşüz. İlk altı ayda büyümemiz 3,9 olmuş. Orta Vadeli Programda yılsonu hedefimiz 4,4. Bu yılsonu için hedefimiz. Gelecek yıl yüzde 4. Bir miktar bu enflasyonla mücadele çerçevesinde bir şey var. Ama dünyada da baktığınız zaman yüzde 3 civarında bu dönemde büyüme hızları. Gelişmekte olan ülkelerde yüzde 4 civarında, gelişmiş ülkelerde yüzde 1,5 civarında bir ortalama büyüme var. Avrupa’ya bakıyorsunuz yüzde 0’lar civarında. İşte çok önemli ticaret partnerimiz olan Almanya’da eksilerde. Dolayısıyla böyle bir ortamda yine önemli bir büyüme performansı sergilemeyi planlıyoruz.
ENFLASYON
Bu arada enflasyonu tabii birinci önceliğimiz. Bu anlamda belli politikalarımız güncellendi biliyorsunuz. Bir taraftan Merkez Bankamızın yeni politikaları var. Bir taraftan mali politikalarımızla, maliye politikalarımızla, para politikalarımızı bir bütünlük içinde sürdürüyoruz.
ORTA VADELİ PROGRAM
Diğer taraftan da yapısal reformlar dediğimiz bir gündemimiz var. Bu üç saç ayağı… Bu saç ayağı üzerine oturttuğumuz bir makro çerçevemiz var. Orta ve Vadeli Programımızın da özünü bu oluşturuyor. Ben hep özetlemek için şunu söylüyorum. Orta Vadeli Programda dört amacımız var. Üç tane de temel politika aracımız var. Amaçlarımız şu, birincisi afet yaşadık. Büyük bir afet. Bunun çok büyük bir yükü var. Özellikle bu yıl ve gelecek yıl. 2025’ten itibaren bu yük hafifliyor. Birinci amacımız depremin yaralarını sarmak ve buna ilave olarak yeni afetler oluşması ihtimalini dikkate alarak riskleri azaltmak.
Yani şehirlerimizin kentsel dönüşüm başta olmak üzere bünyemizi güçlendirmek. İkinci amacımız enflasyonu düşürmek, orta vadede tek haneli rakamları, üçüncü amacımız bunu yaparken büyümeyi istihdam edip devam ettirmek. Dördüncü amacımız da tüm bunları insan için yaptığımızı, milletimiz için yaptığımızı unutmadan sosyal politikalarımızı sosyal refahı kalıcı bir şekilde arttırıcı politikalarımızı sürdürmek.
Bu dört amaca yönelik olarak da üç aracımız var. Para politikaları, maliye politikaları ve yapısal reformlar. Bunları da bir bütünlük içinde hem dokümanlarda belli bir bütünlük sağlayarak hem de ekonomi koordinasyon kurulu başta olmak üzere çeşitli mekanizmalarla bu eş bütünlüğü sağlayarak sürdürüyoruz. Ekonomi koordinasyon kurulumuz da bu anlamda önemli bir işler görüyor.
ENFLASYON
Bu çerçevede enflasyonla mücadelemiz devam ediyor. Şöyle diyebilirim bu mücadeleyle son aylarda ve sonuçlar almaya başladık aylık bazda. Yaz döneminde biliyorsunuz normalde yaz döneminde daha düşük olur. Enflasyon sonbaharda, kışa doğru biraz daha yükselir. Mevsimsel olarak baktığınız zaman. Ama bu sene yaz döneminde malum yüksek bir enflasyon oranı yaşadık. Geldiğimiz noktada sonbahar döneminde olduğumuz halde aylık bazda önemli bir düşüş gerçekleşti. Yaza göre diyorum düşüşü. Yaz aylarındaki aylık artışlara göre, aylık bazda düşüşler başladı. Bu olumlu bir sinyal. Ancak bunun yıllık baza yansıması gelecek yılın ortalarını bulacak. Dezenflasyon dediğimiz süreç gelecek yılın ortalarından itibaren belirgin bir şekilde ortaya çıkmış olacak. Niye önümüzdeki dönemler çok net göremeyeceğiz? Çünkü baz etkisi dediğimiz bir şey var. Yazın yaşadığımız o yüksek enflasyonlar baza girmiş vaziyette. Dolayısıyla önümüzdeki dönemde aylık bazda daha düşük bir rakamla gitsek de yıllık bazda baz etkisinden dolayı yüksek görünen bir enflasyonumuz olacak.
2024 ortalarından itibaren ise bazdan çıkmış olacak o yüksek artışlar ve hızlı bir şekilde bir enflasyondaki düşüşü görmüş olacağız. 2024’te biz im OVP’deki tahminimiz yüzde 33’tü. Merkez Bankamızla da istişare içinde doğrusu yapmıştık bunu. Ama sonraki gelişmeleri hep birlikte gördük. Jeopolitik bir takım gelişmeler, başka bir takım gelişmeler… Merkez Bankası 33’ten 36’ya revize etti rakamı. Çok büyük bir revizyon olmadı ama yine de belli bir fark oluştu. Yalnız orada da bir bant tarif etti Merkez Bankamız. 6 puan üstünde altında gelebilir şeklinde. Dolayısıyla 32 ile 42 arasında bir bant tarif etti. 33 rakamı hala o bandın içinde bir rakam. Ama bir miktar yukarı yönlü riskleri olduğunu görüyoruz. Belki ilave çabayla 33 bence sağlanamayacak bir rakam değil. Yani olasılıklar içinde bir rakam olarak duruyor. Enflasyonla ilgili genel anlamda tabloyu böyle gördüğümüzü söyleyebiliriz. Tek haneye ne zaman ulaşacağız? Merkez Bankamızın da tahmini bizim de orta vadeli programdaki çerçevemiz 2026. 2025’te 15’ler civarına düşen bir enflasyon, 2026’da da 8,5 civarında bir enflasyon tahminimiz var. Dolayısıyla Türkiye kademeli bir şekilde diğer dengelerini de gözeterek enflasyonu orta vadede tek haneli rakamlara düşürme politikalarını oluşturmuş durumda. Bunu da adım adım hayata geçiriyoruz.
CARİ AÇIK
En önemli meselelerimizden bir tanesi cari açık meselesi. Açık, AK Parti dönemine de özgü değil. 1950’lili yıllara gidin yine aynı tartışmaları görürsünüz. Bu kalkınmamızın önünde en büyük kısıtlardan bir tanesi de cari açık.
Türkiye ne zaman çok hızlı büyüyse cari açığı da büyüyor. Döviz ihtiyacı artıyor. Bunun getirdiği finansal istikrarsızlıklar oluyor. Derken kalkınma sürecimiz sekteye uğruyor. Dolayısıyla cari açığı ortadan kaldırmak veya çok düşük seviyelere indirmek, kalkınma sürecimizin sürdürülebilirliği açısından çok önemli.
O açıdan cari açığı düşürmek de en temel yine perspektiflerimizden biri. Sayın Cumhurbaşkanımız da bunu bu yatırım, istihdam üretim ve ihracat dedikten sonra dikkat ederseniz hep cari açığı düşürmeye vurgu yapıyor.. Bu da rastgele bir vurgu değil. Gerçekten Türkiye’nin çok temel bir meselesinden bahsediyoruz. Burada, baktığımızda son dönemde önemli bir iyileşme gördüğümüzü söyleyebilirim.2023’ü ve Eylül ayında cari açık değil fazla verdik. 1,9 milyar dolar cari fazla verdik. Haziranda bir fazla vermiştik. İkinci bir ay oldu eylül ayı cari fazla verdiğimiz.
Cari işlemler açığı sadece ticaretten oluşmuyor biliyorsunuz. Ticaret artı hizmetler. İkisini birlikte değerlendirerek bulduğumuz bir rakam. Yılın ilk döneminde cari açığımız yüksekti. Ama seçim sonrası bir dengelenme süreci içine girdiğini rahatlıkla ifade edebiliriz. Dış ticaret dengesi, cari bahsetmiyorum şimdi. Dış ticaret sadece mal ticaretinden bahsediyorum. İlk beş ayda, 2023’ün ilk beş ayında 47,1 milyar dolar açık vermişti. Haziran, eylül döneminde ise bu 25,2 milyar dolara geriledi. Yani dış ticaret açığımızda ciddi bir düşüş gerçekleşti. Bu da tabii ki cari açığa yansıyor.
Turizm gayet iyi gidiyor. Bu sene işte 55 milyar dolar gibi bir hedefimiz var. Ve bu bütün bu jeopolitik olumsuzluklara rağmen bunu gerçekleştirebileceğiz gibi görünüyor. Dolayısıyla hem dış hem ticaret dengemizdeki iyileşme hem de turizmdeki performans cari açığı aşağıya doğru çekiyor. Finansmanında da bir sıkıntı yaşamıyoruz. Rahatlıkla bu açıkta finansa ediliyor. Yılsonu tahminimiz yüzde dörtler civarında, milli geliri oranına cari açığı kapatmak. Dönem sonunda, 2026’da ise 2’ler seviyesine düşürmek cari açığı, daha rahat bir şekilde finanse etmek. Dolayısıyla cari açık konusunda da şunu rahatlıkla söyleyebilirim. İzlediğimiz politikalar cari açığı kalkınmanın önünde bir kısıt olmaktan çıkarıcı bir perspektifle devam etmektedir.
İSTİHDAM
İstihdamda Eylül ayında 32 milyon kişiyi aştık. 32,2 milyonu bulduk. Mayıs ayından itibaren tek haneli rakamlarımız devam ediyor. Ve en son 8,9 olarak gerçekleşti. Biz orta vadeli programda 10,1 idi yanlış hatırlamıyorsam tahminimiz. Şu anda onun oldukça gerisindeyiz. Yani iyi bir durumdayız. Orta vadeli programa tahmininden de daha iyi bir durumda olduğumuzu işsizlik açısından söyleyebilirim.
Merkez Bankamızın rezervleri önemli bir finansal gösterge. Burada hakikaten çok iyi bir performans var. Mayıs ayında 98,5 milyar dolar seviyesine gerilemişti rezervlerimiz. En son 17 Kasım itibariyle açıklanan rakam 135 milyar dolar. Dolayısıyla 36,5 milyar dolarlık bir artış var. Seçimde sonrası tarihten bugüne baktığınızda Merkez Bankamızın rezervlerinde 36,5 milyar dolarlık bir artış var.
Daha önceki toplam rezervlere göre bu yüzde 37’lik bir artışı ifade ediyor. Merkez Bankası rezervlerinde yüzde 37 bir artış gerçekleşti.
Tabii izlenen politikalar, siyasi belirsizliklerin ortadan kalkması, başta bahsettiğim izlenen yeni politikalarla birlikte rezervlerimizde çok ciddi bir iyileşme olduğunu rahatlıkla ifade edebilirim.
Soru: bu hangi dönemi kapsıyor?
98,5 milyar dolar yüzde 37 artışla 135 milyar dolara ulaşmış durumda.
Kur Korumalı Mevduat, yine finansal açıdan önemli bir takip edilen gösterge. Ağustos ayı itibariyle bunun pik yaptığını gördük. 3 trilyon 408 milyar dolar seviyesine kadar yükselmişti kur korumalı mevduat. İzlenen politikalarla alınan tedbirlerle birlikte 17 Kasım haftası itibariyle, hesaplarda toplam 640 milyar Türk liralık bir eksilme oldu kur korumalı mevduatta.
Şu an geldiğimiz rakam 2 trilyon 768 milyar TL. Burada da gerçekten büyük bir performans olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Kur korumalı mevduatta ciddi bir düşüş var.
Her enstrümanı zamanına yerine göre değerlendirmek gerekir. O gün için bir ihtiyaçtı. Ve görevini ifa etti. Şimdi farklı bir çerçevede devam ediyoruz. Yani o gün yanlıştı diye ben düşünmüyorum doğrusu. Günün ihtiyaçlarına bakmak lazım. O günün şartlarına bakmak lazım. Kur koruma bir mevduat o gün devreye girmemiş olsa kamu, yaşayacağımız kur şokunun getireceği maliyeti düşündüğünüz zaman, buraya ödediğimiz maliyet ondan çok daha düşük. Ama bir yere kadar bu araçlar. Zaten ortaya konurken de dikkat ederseniz kanunu düzenlemeyi biz geçici yaptık o dönem. Kalıcı bir mekanizma olarak hiçbir zaman bu görülmedi zaten.
Kanunu düzenlemesi de geçici bir geçici düzenleme, tarihli bir düzenleme olarak yapıldı. Bir miktar uzatıldı. Şimdi de böyle aniden sona erdirme gibi bir yaklaşımımız yok. Ama belli bir ölçeği de aşmasını istemiyoruz tabii ki. Bunun getireceği başka bir takım sıkıntılar var. Dolayısıyla kur korumalı mevduat görevini yaptı. Şimdi aşamalı bir şekilde buradan çıkıyoruz. Çıkarken de tabii finansal istikrarsızlığa yol açmadan döviz kuru piyasalarında sorunlara yol açmadan bunu yapıyoruz.
Rezerv biriktirmemiş olsaydık bu kadar, başka bir takım politikalar TL’yi cazip hale getirici politikalar izlememiş olsaydık, kur korumalı mevduattan çıkış böyle istikrarlı gerçekleşmezdi.
Şu anda hem bunu yapıyoruz hem de dediğim gibi makro politikalarımızı izliyoruz. Geldiğimiz yer önemli diye düşünüyorum.
Sayın Cumhurbaşkanı yardımcım torba yasada bir madde var. Evet. Kur korumalı mevduat şirketler tarafından kullanan kurumlar vergisi istisnasında süre uzuyor. Bu aslında fiilen o taraf için kur korumalı mevduatta süreyi uzatıyor. Ama bireysellerle ilgili bir hüküm yok ve orada da 31/12/ 2023 diye biliyoruz biz.
Şu anda şöyle, bireysellerde öyle bir vergisel boyut olmadığı için o vergisel boyut yani. Şirketlerin dövizlerini bu tarafa TL’ye çevirip tutanlar için bir teşvik mekanizması, onu bir süre uzatıyoruz. Bireysellerde öyle bir vergisel durum söz konusu değil ama genel yaklaşımımızı söylüyorum.
Ani bir şekilde kur koruma mevduatı bitirme gibi bir perspektifimiz kesinlikle yok. İşte burada gördüğünüz gibi aşamalı bir şekilde bu mekanizmayı kullanıyoruz. Bu mekanizma şey de olabilir. Küçük bir daha küçük ölçekli, kamuya risk oluşturmayan bir şekilde finansal sistemimiz içinde her zaman bir enstrüman olarak da düşünülebilir. Yani bu kur korunalı mevduat dediğimiz hadise belli insanların tercih ettiği diğerleriyle mukayeseli olarak belli bir ölçekte bir mekanizma olarak da her zaman düşünülebilir.
Yani bu kötü bir mekanizma değil. Sağladığı belli şartlarda bir esneklik sağladığını da gördük, yaşadık. Ama burada geldiğimiz ölçek tabii ki arzu etmediğimiz bir ölçekte onu aşağıya doğru düşürüyoruz. Belli bir seviyeye kadar da bu devam edecektir.
(Araya giren kişi) Bir projeskiyon var mı?
Öyle bir kaç milyar öyle bir hesabımız ıbir şey var da ifade edemem doğrusu.
Finansal sistemin kendi içinde diyelim bir enstrüman olabilir, kamunun yükümlülük üstlenmediği, finansal sistemin kendi içinde kullandığı bir enstrüman olarak her zaman olabilir. Bankacılık sektörü, finans sektörü bunu bir enstrüman olarak kullanmak istiyorsa her zaman kullanabilir. Yani bu sonuçta müdilere, hesap kayıtlarına sunulan bir alternatif.
Ama çok ağırlıklı hale geldiği zaman daha çok tartışma oluşturuyor. Yoksa yani tamamen hani böyle bir enstrüman olmasın gibi bir şeyi ben doğru bulmuyorum
Yani finansal kesim kendi içinde, kendi sorumluluklarını taşıyarak böyle bir enstrümanı devam ettirmek istiyorsa bu da olabilmeli diye düşünüyorum.
Diğer taraftan bu dönemde kredilerde reel kesim bir desteklemeye devam ettik mi etmedik mi? Bir takım rakamlar da vermek isterim. Yine Mayıs’la mukayese ettiğimizde, Mayıs ayında toplam kredi hacmi bankacılık sektöründe 9 trilyon 129 milyar lira. 17 Kasım itibariyle bu rakam 11 trilyon 107 milyar lira seviyesine yükselmiş. Sadece TL cinsinden işletmelere kullandırılan net kredi toplamı seçimden bu yana 498 milyar tl.Yani yaklaşık 500 milyar TL işletmelere kredi kullandırılmış.
Bu miktarın yaklaşık yine 189 milyar lirası, doğrudan kobilere kullandırılmış. Yani işletmelere, kobilere kredi kullandırmaya bankacılık sistemimiz devam ediyor.
Ha maliyetlerini tartışabilirsiniz. Daha mı yüksek, daha mı düşük? Ama kredi kullandırılması süreci devam ediyor.
Bu süreçte bankacılarımızın durumu nasıl diye soracak olursanız bunu da en iyi sermaye yeterlik rasyosuyla ölçüyoruz. Biliyorsunuz bu finansal süreçlerde bankaların istikrarı yapısı çok önemli. Sermaye yeterlik rasyosu %18,5 şu anda Türkiye’de. Yasal zorunluluk %8. Basel kriterlerine baktığınızda yüzde 8 sekiz ama bizde yüzde 18,5.
Dolayısıyla sermayesi oldukça yeterli bir bankacılık sistemimiz var, güçlü bir bankacılık sistemimiz var. Takip tahsili gecikmiş alacaklar seviyesi de yüzde 1,5 gibi oldukça düşük bir seviyede. Dolayısıyla bankacılık sektörümüz de, finans sektörümüz de bir istikrar var.
Bütün bu çalışmaların sonucunda bir taraftan da bütçede biliyorsunuz. Deprem sonrası büyük bir mali yükle karşı karşıya kaldık. O yükü azaltmak için bir takım tedbirler aldık. Orta vadeli programı daha hazırlamadan daha doğrusu toplumla paylaşmadan tedbirlerimizi hayata geçirdik ve sağlam bir zemin oluşturduk orta vadeli program için.
Bütçe açıklarımız olabildiğince kontrol altında tutacak bir perspektif oluşturduk. Bu yıl ve gelecek yıl 6,4 gibi bir oranda bütçe açığımızın milli geliri oranı. Depreme rağmen bunu başardık.
– BÜTÇEDE DEPREM MALİYETİ
Deprem etkisi bu yıl yüzde 3 civarında yani bu 6,4 dediğimiz açığın 3’ü, tek başına deprem harcamalarından kaynaklanıyor. Diğer taraftan gelecek yıl ki 6,4’ün de 2,5’i deprem harcamalarından kaynaklanıyor. Ondan sonraki yıllar düşerek gidiyor. Yani bu yıl ve gelecek yıl bütçe açığımız bir miktar yüksek. Bunun sebebi deprem açığı. Bu da tek seferlik bir açık, yapısal bir bozulmaya yol açmıyor. Bütçede hani bazı kalemler vardır ki bir yaparsınız uzun yıllar bütçeyi olumsuz etkiler.
Deprem harcamaları öyle değil. Bir iki yıl ağırlıklı, dört beş yılda tamamlanacak şekilde gidiyoruz ve yapısal bir bozulmaya yol açmıyor. İkinci bir tarafı deprem harcamalarının, yatırım niteliğinde harcamalar, deprem harcamaları. Cari nitelikte değil, büyük bir kısmı yatırım niteliğinde. Konut yapıyoruz, alt yapıyı inşa ediyoruz, ticaretin alt yapısına yatırım yapıyoruz. Bütün bunlar aslında bölgenin ve ülkenin ekonomisine de bir yatırım bir taraftan. Yani gelecek açısından da daha güçlü bir zemin oluşturucu yatırımlar. Dolayısıyla bütçemizde aldığımız tedbirlerle riskleri azalttık. Az önce bahsettim, rezervlerimizi arttırdık. Finansal göstergelerde iyileşmeler, KKM başta olmak üzere iyileşmeler sağladık. Bütün bunların sonucunda siyasi güven ve istikrar ikliminde CDS primlerinin de önemli oranda gerilediğini görüyoruz. CDS dediğimiz Türkiye’nin beş yıllık risk primi. 2002 yılında en yüksek seviyeyi görmüşüz burada. 816’lara kadar yükselmiş. Mayıs ayına geldiğimizde 700 yüz civarında bir rakamdaydı bu. 2023 Kasım itibarıyla 350 baz puanın altını gördük. 339 tam rakam söyleyecek olursak 23 Kasım’daki rakam. Bu önemli bir düşüş. Bunun anlamı ne arkadaşlar? Şu Türkiye olarak veya şirketler olarak yurt dışından borçlanırken bir faiz oranına bu risk primi ilave edilerek size bir maliyet oluşturuluyor. Dolayısıyla CDS’in düşmesi Türkiye’nin dışarıdan kaynak kullanımında çok daha elverişli şartlarda daha geniş imkanlara ve daha ucuz maliyetle ulaşmasını sağlıyor. Bu anlamda kıymetli, CDS dediğim gibi önemli oranda düştü. Daha da düşürmek için tabii ki bir gayret içinde olacağız. Borsa İstanbul yine finansal asistan baktığınızda Mayıs’ta 4768’miş 29 Mayıs itibariyle. 8500’lere kadar yükseldi bu dönem. Ama son dönem bu jeopolitik risklerin de etkisiyle bir miktar geriledi ama buna rağmen 24 Kasım’da 7959 puan. Yine aşağı yukarı 8000’ler seviyesinde bir borsa ve ciddi anlamda bir artış yaşadığımızı da görüyoruz.
– KAMU VE REEL KESİMİN BORÇLULUK DURUMU
Real kesimin borçluluk durumlarına baktığımız zaman, kamu olarak borçluluk durumumuz oldukça iyi vaziyette. Yani geçen yıl yüzde 32’ler civarında kamu borç stoğunun milli gelire oranının AB tanımlarıyla karşılığı yüzde 32. Avrupa Birliği’nde bu rakam çok daha yüksek. Türkiye bu anlamda borçluluk rakamları açısından hakikaten iyi bir durumda. 2023’ün ikinci çeyreğinde yüzde 34 seviyesinde bizim rakamımız. AB ülkelerinde birinci çeyrek rakamı var. Yüzde 84 civarında. Yani kamu borcunun milli gelire oranı bizde yüzde 34’lerdi. Avrupa Birliği’nde yüzde 84’lerde. Maastrich Kriteri bu biliyorsunuz. Normalde 60’ın altında olması lazım. Real kesimde de borçluluk oranımız dünyaya göre iyi durumda. Bizim reel sektörümüzün gayri safi borcunun gayri safi yurtiçi hasılaya oranı yüzde 56 seviyesinde. Avro bölgesinde bu yüzde yüzün üzerinde. Dolayısıyla borçluluk seviyeleri olarak da Türkiye belli bir yerde, hane halkı borçlarında daha düşük seviyelerdeyiz. dolayısıyla Türkiye’nin finansal göstergeler açısından da önemli bir performans ortaya koyduğunu söyleyebilirim. Son dönemde TL maliyetlerindeki yükselmeyle birlikte başka bazı tedbirleri de tartışıyoruz. Az önce söyledim. Bir taraftan TL’yi cazip hale getiriyoruz. Bir taraftan da yatırımı, üretimi, ihracatı korumaya, sosyal refayı korumaya çalışıyoruz. İkisini aynı anda düşünüyoruz. Bu çerçevede en önemli inisiyatiflerimizden bir bir tanesi YTAK denen kredilerin yeniden ve yeni bir çerçeveyle devreye alınması olacak. bunu uzun süredir çalışıyorduk. Ekonomik Koordinasyon Kurulu’nda birkaç defa değerlendirdik. Çeşitli kurumlarımız bu konuda teknik hazırlıklar yaptılar. Merkez Bankamızla Sanayi Bakanlığımız başta olmak üzere strateji bütçe başkanlığımızın yine katkısıyla Ticaret Bakanlığımız bütün Hazine Maliye Bakanlığımız hep birlikte bir çalışma sergilendi. Ama odağında Sanayi Bakanlığımız ve Merkez Bankamız var. Çerçevemiz şu; Türkiye’yi ileriye taşıyacak, cari açığını düşürecek, teknolojik seviyesini yükseltecek, stratejik yatırımlara elverişli şartlarda ve uzun vadeli kredi sağlamak. Özellikle bu artan finansal maliyetlerin uzun vadeli stratejik yatırımlarımızı caydırmaması için bir çerçeve oluşturduk. En az bir milyar lira değerinde olması gerekiyor bu yatırımların. Ve belli özelliklere sahip olması gerekiyor. Böyle olunca faiz oranları yüzde 15 ile 30 arasında bir rakam olacak. En iyi diyelim bütün kriterleri tutturan projelerde yüzde 15’e kadar faizleri düşürme imkanı olacak. Yatırımlara bu stratejik yatırımlara önemli bir güç vermiş olacak. Bunun tebliğini Sanayi Bakanlığımız yayınladı. Merkez Bankamız da kendi düzenlemelerini yapıyor. Dolayısıyla daha detaylı bir şekilde Merkez Bankamız bunları inşallah kamuoyuyla paylaşacak. ilk etapta 100 milyar, orta vadede 300 milyar liralık bir Merkez Bankası kaynağı bu çerçevede kullanılmış olacak. Cari açığı düşürüme perspektifi aynı zamanda makro istikrarımıza da güç verecek. Dolayısıyla bu YTAK’ı yapacağız. İkinci bir şey merkez bankamızın üzerinde çalıştığı toplumsal kredi notu dediğimiz bir hadise. bu da önemli. Merkez Bankası Başkanımız mutlaka toplumu daha detaylı bilgilendirecektir. Belli alanlara kredi veren bankaları düzenlemelerle teşvik etme meselesi. Bu konuda da bir çalışma yürütülüyor. Batı’da bu tür uygulamalar var. Şöyle diyelim ki teknolojik yatırımlara siz daha fazla kredi verilmesini istiyorsunuz veya sosyal bir takım konulara da sosyal açıdan önemli gördüğünüz bir takım işlere daha fazla kredi sağlanmasını istiyorsunuz. Bankacılık sistemi kanalıyla. Bunu yapan bankaların karşılık oranlarını ayarlayabiliyorsunuz. Büyüme performanslarına daha fazla esneklik sağlayabiliyorsunuz. Yaptığınız düzenlemelerle tabii objektif bir şekilde ölçerek bu çalışmayı Merkez Bankamız, Bankacılar Birliği’yle bankalarla birlikte yürütüyor. Ve önümüzdeki dönemde inşallah dediğim gibi detayları netleştikçe paylaşılacak. Ben bunu çok önemli görüyorum doğrusu. Bankacılık finans sisteminin daha verimli olarak kaynakları kanalize etmesine destek olacaktır. Makro politika olarak bakarsanız da cari açığı biz nasıl düşüreceğiz? Bir tasarruf oranlarımızı arttıracağız. İki, artan tasarrufları doğru alanlara kanalize edeceğiz. İşte bu toplumsal kredi notu dediğimiz hadise tasarrufların doğru alanlara kanalize edilmesinde önemli bir mekanizma olarak görev yapacaktır. Bunlar sabit alanlar olmak zorunda da değil. Dönemsel olarak da yapılabiliyor. Bu diyelim ki bu yıl için şu şu konular diyebilirsiniz. Gelecek yıl bunu revize edip başka konuları gündeme getirebilirsiniz. Böyle hani ilelebet bir alan belirledim, hep bu alan gibi de bakmayın. Bankacılık sistemiyle birlikte bu tür çalışmalar mümkün. Ben bu açıdan da Merkez Bankamızı tebrik ediyorum. Hakikaten önemli bir çalışma. Bunu çok yakından da takip ettiğimizi belirtmek isterim.
Diğer bir konu, Merkez Bankamızın yine üzerinde çalıştığı bu Troy kart konusu. Troy dediğimiz, Türkiye’nin ödeme sistemi biliyorsunuz. . Bu troy kartta uzun zamandır Merkez Bankamızın çalıştığı bir konu yüzde 51’i Merkez Bankası’nın troy kartın. Geriye kalan yüzde 49 da ağırlıklı kamu bankaları olmak üzere 13 bankamıza ait. Bu ödeme sistemleriyle yurt dışına giden kaynak 500 milyon dolar civarında her yıl. bu da bize indirimli fiyat uyguladıkları halde. Yani onlar uygulanmasa indirimli fiyatlar çok daha büyük maliyetler olacak. Dolayısıyla bu Troykart gibi yerli milli ödeme sistemlerinin devreye girmesi yine cari açık perspektifiyle ülkemizde bu kaynakların kalması açısından önemli. Son dönemlerde de bir hızlı gelişim görüyoruz doğrusu bu Troy Kart’ta. Önümüzdeki dönemde inşallah daha da artar. Bu tür bir takım açılımları da gerçekleştiriyoruz. Yine ihracatçıyı önemsiyoruz. Az önce bahsetmiştim başlangıçta. Bütün bunları yaparken yatırım, ihracat, istihdam bunları gözeterek yapacağız diye konuşmuştum Cumhurbaşkanımızın çizdiği perspektifte.