19. yüzyıl şairlerinden olan şimdilerde Kuluncak İlçesi’ne bağlı Kızılhisar beldesinde doğmuş Kusurî hakkında Malatya Mega Haber olarak sizin için bir araştırma yaptık.
Ahmet Yesevi Üniversitesi Türk Edebiyatı İsimler Sözlüğü sitesinde yer alan bilgilere göre: 19. yüzyıl saz şairlerinden olup asıl adı Ömer’dir. Adı ilk defa Deliktaşlı Ruhsatî’nin bir manzumesinde, “Kusurî’nin gözü benzer pınara” mısrasında anılmıştır. Darende’ye bağlı Ayvalı nahiyesinin Kızılcaşar (şimdiki Kuluncak ilçesine bağlı olan Kızılhisar) köyünde 1779 yılında dünyaya gelmiştir. Ailesi hakkında fazla bilgi bulunmamakla birlikte okula gittiği, on beş yaşında âşık olduğu, altı kez evlendiği ve bu evliliklerden üç oğlu olup ikisinin genç yaşta öldüğü, çileli bir yaşam sürdüğü, oğlu Abdurrahman Şurbî’ye yazdırdığı cönkte kayıtlıdır. Yine aynı kaynakta köyleriyle birlikte; Darende, Gürün, Malatya, Hekimhan, Alacahan, Kangal, Sivas, Şarkışla, Erbaa, Erbeyli, Ortaköy, Sorsavuş, Ürgüp, Keskin, Çorum, İstanbul, Afyon, Karaman, Afşin, Adıyaman, Maraş, Çukurova, Gaziantep, Urfa, Musul, Gazze, Yafa gibi birçok yeri dolaştığı yazılıdır. Gezdiği yerlere bitkisel ilaçlar götürerek hastalıklarla ilgilenmiştir. Kusurî’nin uzunca bir süre imamlık yapması, iyi bir dinî öğrenim gördüğünü ortaya koymaktadır. Bu durum, Kusurî’yi zaman zaman bazı tanınmış kişilerin himayesine girmek zorunda bırakmıştır. Ömrünün son yıllarında tarikata girerek tasavvufa yönelen şairin şiirlerinden maceralı, sıkıntılı ve ızdırap dolu bir hayat sürdüğü anlaşılmakta, ölüm tarihi ve nerede öldüğü bilinmemekle birlikte 1853 yılından sonra Şarkışla’nın Altınyayla bucağına bağlı Güzeloğlan köyüne geldiği [75-76 yaşlarında (1854-1855)] ve kendi köyünde öldüğü tahmin edilmektedir (Kavruk 2006: 458; Özkan 2003: 1221; Albayrak 2002: 467).
Kusurî’nin hayatı ve şiirleri, M. Kaya Bilgegil tarafından XVIII. Asır Saz Şairlerinden Kusurî adıyla 1942 yılında yayımlanmış; ayrıca kitapta oğlu Şurbî’nin on şiirine yer verilmiştir. Mezkûr kitapta Kusurî, “Zamane halkından çevir yüzünü/ İltifat istersen akranın ara/ Kâmil isen cahil ile konuşma/ Tarikatta bir hub yâranın ara” (Bilgegil 1942: 23) gibi söyleyişleriyle kendinden sonra gelen birçok âşığı etkilemiş simalardandır. Eflâtun Cem Güney ve M. Kaya Bilgegil’in yaptığı araştırmalar, Kusurî’nin hayatı hakkında aydınlatıcı bilgiler ihtiva etmektedir. M. Kaya Bilgegil, Kusurî’nin kendisinde bulunan cönkte mevcut doksan üç şiirini kısa bir incelemeyle birlikte yayımlamıştır. Vehbi Cem Aşkun ise Kusurî’nin elli kadar başka şiiri bulunduğunu açıklamışsa da bunlar neşredilmemiştir.
Tezkirelerde asıl adı Ömer, mahlası Kusurî olan ikinci bir şairden daha söz edilmektedir (1145/1732). Antep’te kadılık yapan şairin Farsça bilgisi yanında şiir ve inşada da usta olduğu, Nâbî’nin eserlerini tahmis ve tanzir ettiği, ayrıca Şâhidî’nin Tuhfe-i Şâhidî’sine bir tahmisinin bulunduğu belirtilmektedir (Albayrak 2002: 467).
Henüz sağlığında geniş bir çevrede şöhret kazandığı tahmin edilen Kusurî, şiirlerini genellikle koşma, türkü, varsağı, cinas, muamma ve destan tarzında söylemiş; ancak divan edebiyatı etkisi altında zaman zaman divan, müstezad, gazel ve müseddesler de yazmıştır. Şiirlerinde yaşadığı dönemin ortak zevk, inanış ve düşüncelerini ustalıkla dile getiren şair, daha çok aşk, sıla hasreti, devrinden şikâyet ve dünyanın oluşumundaki çeşitli sırlar üzerinde durmuştur. Kusurî; yer yer Âşık Ömer, Gevherî ve Karacaoğlan’ın etkisi altında kalmış, kendisi de başta Gürünlü İrfânî olmak üzere XIX. yüzyılda yaşayan oğlu Şurbî, torunu Cevrî, Darendeli Remzî, Tâlibî, Şevkî, Mecruhî, Meslekî, Erzurumlu Emrah ve Deliktaşlı Ruhsatî gibi zamanın şairlerini etkilemiştir. Çevresindeki pek çok âşığı etkileyen Kusurî, oğlu Abdurrahman’ı iyi bir âşık olarak yetiştirmiştir. 1839’da dünyaya gelen, şiirlerinde Şurbî mahlasını kullanan Abdurrahman, “Bir ahu gözlünün aşkına düştüm / Bana yâr olur mu aceb ne dersin / Serv-i revan olmuş kadd-i tubası / Şivekâr olur mu bana ne dersin” dörtlüğünde görüldüğü gibi rahat bir söyleyişe sahiptir.
Âşık kolları genellikle, kola ismini veren âşıkla başlatılır. Bazı kollarda ise odak hüviyetindeki âşığın da bir ustası vardır. Her ne kadar bu âşıklar bir usta yanında yetişmiş olsalar da şiirdeki gücü ve ustalıkları sayesinde ustalarından daha ön plana geçmiş, kendisinden sonra gelen nesiller üzerinde, ilk âşığa nazaran daha fazla etki bırakarak odak şahıs olma hüviyetini kazanmışlardır. Söz gelimi; âşık kollarının en önemlilerinden Ruhsatî kolu, Kusurî ile başlamaktadır.
Âşık edebiyatında gelenek hâline dönüşen, ilk örneklerine Âşık Hasan, Erzurumlu Emrah ve Âşık Ömer’de rastlanan “Dedim-Dedi” tarzı söyleyişin güzel bir örneğine de Malatyalı âşıklardan Kusurî’de rastlanmaktadır. Bu şiirin son dörtlüğü; “Dedim bu hisar nen dedi kalâmdır / Dedim bu çiçek nen dedi lâlimdir / Dedim Kusurî nen dedi kölemdir / Dedim azad eyle dedi ağlama” şeklindedir.
Kusurî, divan edebiyatının etkisi ile halk şiirinde de yaygın olarak kullanılan ve gelenek hâline dönüşen nazire söylemeyi benimseyen âşıklardan biridir. Bu bakımdan Kusurî, Zileli Talibî’nin meşhur Yer ile Gök Destanı adlı eserine: “Yer ile gök imtihana başladı / Dedi gök kim arş-ı rahman bendedir / Yemez içmez uyku bilmez uyuya / Hak yolunda gizli pünhan bendedir” dörtlüğü ile başlayan bir nazire yazmıştır (Yardımcı 2008: 289-304). Âşık Ömer’den etkilenerek heceyle yazdığı şiirlerde daha başarılı olan Kusurî, divan edebiyatı etkisinde müstezad, muamma, gazel ve müseddesler de yazmasına karşılık destan, koşma ve türküleri sayıca daha fazladır; bu daldaki şiirlerinde sade bir dil kullanmıştır.
NOT: Yazıda ailesi ile ilglli bilgi yok denilmiştir, edindiğimiz bilgilere göre torunu Aşık Mahzuni 19. yüzyıl şairlerinden 1952 yılında vefat etti. Aşık Mahzuni’nin oğlu Behzat Hoca 1988 yılında vefat etti. Behzat Hocanın oğlu M. Mustafa Yılmaz Kuluncak Kızılhisar Mahallesinde yaşamaktadır.