LOĞ DAŞINDAN SIZANLAR!

Gündem - 28/12/2025 16:01
Evin çatısı yoktu, iyi kar yağmıştı; o kadar çok yağmıştı ki kürünen karlar damların aralığını doldurmuştu. Biz çocuklar için bir eğlence ama kapıdan kapıya gidilmiyor, eriyince duvarlara zarar veriyordu. Zaten kerpiç evlerdi; canı ne ola ki, suyu yedin mi çamur olurdu. Hava soğukken sorun yoktu.
Ve gelip Mart ayı çatmıştı, sıcaklar artmış, karlar erimeye başlamıştı. Devamlı küründüğü için çok kar olmasa da damlar kabarmıştı. Merteklerin arasından sızıntı başlamıştı. Bembeyaz badanalı duvarlara çamur renginde su sızıntıları grafik çizerken, elamiyon leğenler damla merkezlerine konulmaya başlanmıştı. İyice çamur olunca damlara yanına varılmazdı. Tek çare tuz ve saman atıp suyu emdirmek ve ertesi gün iyi bir loğ çekmekti. Loğlar her damda muhakkak vardı. Ama yamuk, eğri büğrü el oyması loğlar işkence olurdu. Çekersin gelmez, gelse damı yaralar; çektikçe ayak diretirdi. “Hayrola çilem, hayrola” sezonu açılırdı. Loğ taşının iki kulağından çekmek için takılan demir elimizi çarpar, ayağımız çamurdan kayar; babamdan da üstüne fırça gelince loğ taşını edemezdik ki mesetgayadan yuvarlayalım.
Sonra güneş vurdukça berkir samanı, tuzu yiyince beton gibi olurdu. Köyde çocuk olmak, aklını hep çalıştırmak demek; yeni oyunlar, mevsimsel oyunlar geliştirmek demekti. Yokluk aslında nimetti. Damlar bu şekilde yaşı çekip nemlenince, paslı düzgün bir mıh çivi elimize geçende çivi oyunu başlardı. Saplayıp toprağa çizdikçe, gün gelip büyüyende yüreğimize de saplanacağını bilmeden saatlerce oynardık. Loğlar çekilir, damlarda demir çekeceğin taşın kulağına sürtünmesiyle sesler çok çıkardı. Damdan dama selamlar, muhabbetler vardı; süvüklerden aşağı loğlar sallanırdı. Bayraktar Hannoğlu’nun bayrak dikimi, teze gelin çamur karıp yeniden onarsın diye yıktığı süvükler…
Loğ taşını omzuna alıp giden yiğitlerin diyarı artık kırmızı kiremit ve sac ile çatıldı. Çatılar akıtmıyor, evlerin içi bembeyaz; damlama yoktur. Süvükler zaten yoktur, süvüğü yıkacak bayraktar da gelin de artık yoktur. Mıh bulsak oynayacak dam yoktur; aralıklara yığın olacak karlar zaten yoktur. Adamlar vardı dedik, damdan dama loğ taşıyan; aslında loğ değilmiş taşıdıkları, omuzlarında örfü, töreyi, bize dair her türlü güzellikleri taşımışlar. Biz loğunda eskinin güzelliklerinin de çoğunu damdan yuvarladık. Bugün yokluk günlerinin anılarına sarılıp hasretini dile vuruyorsak, çamuru şekillendirip kalıba sokan dede, baba, emmi, dayının ruhunu, samimiyetini berkimiş yüreğimizden damlatamadığımız içindir. Loğ artık yüreğimizde taş gibi etmiş, zerre damla yoktur. Benimki de iş olsun; millet uzaya gidiyor, ben dam, loğ, çivi oyunu diyorum. Çok geri kafalıyım, ileriye gidemeyim; bir mıh gibi saplanıp bir damda kalmışım. Birazdan damın sahibi çıkar, çok gürültü ettik; oğrun oğrun aralıktan kaçarım.
Dadın tuzun kalmamış, sende bıraktıklarımızı bulamadık. Töllemişsin, aplaklaşmışsın maddi olarak ama manen çoraklaşmışsın. Dağlarında kuzular da kurtlar da yok; her gün biraz daha yalnızlaşıyorsun ve yaşlanıyorsun. Terk edilmek seni de üzüyor belli; bak damların artık hep kiremit rengi… Belki de yalnızlığının en büyük belirtisi, damlarındaki loğ taşının sessizliğidir. Hasretinin üstüne saman tuz atıp loğ taşı ile ezsen de faydası yok; akacak hüzün yağmuru, yürekleri sende kalan bu toprağın Sevda’sı ile yanan bozkırın sürgün bedenlerine…
BENZER HABERLER