Yılbaşı Bizim Neyimiz?
Her yıl Aralık ayı geldiğinde toplumda aynı soru yeniden yankılanıyor: “Yılbaşı bizim neyimiz?”
Bu soru, bir rahatsızlığın, bir fark edişin ve bir sorgulamanın ifadesidir. Çünkü mesele sadece takvim yapraklarının değişmesi değildir; mesele, kimin kültürünün hangi hızla hayatımıza girdiğidir.
Bugün üzülerek görüyorum ki; hiçbir Kurban Bayramı’nda, hiçbir Ramazan Bayramı’nda bir Hristiyan ülkede ya da Hristiyan mahallesinde, Hristiyanlara ait mekânlarda bizim bayramlarımızla ilgili süslemeler, etkinlikler, figürler göremiyoruz. Ne bayram afişleri var, ne hilaller, ne mahyalar, ne de “iyi bayramlar” temalı organizasyonlar… Bu, kimseyi suçlamak için değil; kültürlerin nasıl korunduğunu göstermek için önemli bir tespittir.
Ama ne hikmetse yılbaşı geldiği zaman tablo tamamen değişiyor.
Figürleriyle, çam ağaçlarıyla, ışıklarıyla, sembolleriyle, müzikleriyle yılbaşı kültürü bizim sokaklarımızda, meydanlarımızda, vitrinlerimizde, hatta evlerimizin içinde boy gösteriyor. Üstelik bunu çoğu zaman sorgulamadan, “bu bize ait mi?” diye düşünmeden yapıyoruz.
Oysa unutulmaması gereken önemli bir gerçek var:
Yılbaşı süslemeleriyle birlikte gelen bu kültür, Hristiyan geleneğine dayanan Noel anlayışının uzantısıdır. Tarihsel olarak Noel kutlamalarının kökeni milattan sonra 336 yılında Roma’da ortaya çıkmıştır. Pagan geleneklerle Hristiyan inancının harmanlanmasıyla şekillenmiş, yüzyıllar boyunca Batı toplumlarında dini ve kültürel bir bayram olarak yaşatılmıştır.
Burada sorulması gereken soru şudur:
Hristiyanlar bizim dini ritüellerimizi kutlamazken, biz neden onlarınkini bu kadar içselleştiriyoruz?
Kimse yeni yılın gelişini umutla karşılamaya, dua etmeye, iyi dileklerde bulunmaya karşı değildir.
Ancak mesele, bu umudu bize ait olmayan sembollerle ifade etmeye çalışmamızdır. Çünkü biz zaten yeni başlangıçlar için güçlü bir kültüre sahibiz.
Biz kadim bir milletiz.
Bayram sabahlarında büyüklerin eli öpülür, küslükler biter, sofralar kurulur, ihtiyaç sahipleri gözetilir. Kandil gecelerinde dualar edilir, hayırlar yapılır, gönüller onarılır. Bizim yeni başlangıç anlayışımız; ışıklandırılmış figürlerde değil, dua ve helallikte karşılık bulur.
Bugün asıl mesele, bir kültürün diğerine üstün gelmesi değil; kendi kültürümüzün görünmez hale gelmesidir. Eğer biz kendi değerlerimizi ön plana çıkarmazsak, başkasının kültürü zaten kendine yer bulacaktır.
O yüzden yılbaşı tartışması sadece bir eğlence meselesi değildir.
Bu, kimliğimizi hatırlama meselesidir.
Bir milletin kültürü onun hafızasıdır. Hafızasını kaybeden toplum yönünü de kaybeder.
Bizim yönümüz ise yüzyıllardır belli: Kendi inancımız, kendi örfümüz, kendi değerlerimiz.
Ve belki de bugün yeniden sormamız gereken en samimi soru şudur:
Biz, kendi bayramlarımızı bu kadar yaşatmıyorken; başkasının bayramını neden bu kadar görünür kılıyoruz?