MEÇHULE KAÇIŞ
Yıl 1975 Şubat ortalarıydı. Mahalle arkadaşlarımla Göğbayır’da Hacılar mağarasının önünde oyun oynarken sınıf arkadaşım İsmet Nacar, rahmetlik Hacı Halife Dayının oğlu yanımıza geldiler. Beraber biraz oynadıktan sonra, beni bir kenara çekip, “Gardaş buraya niye geldim biliyor musun?” dedi. “Yok bilmiyorum” deyince, “Seni bize götürmeye geldim” dedi. Bir an düşündüm. Niye acaba? Oysa bayramlar hariç onların evine hiç gitmemiştim. Sonra kafamı kaldırıp yüzüne şaşkın şaşkın bakarak, “Gidelim de ne için?” dedim. İsmet gülerek, “Bizim sürüye çoban olur musun?” dedi. Biraz şaşkınlıktan sonra İsmet’e, “Vallahi gardaş geçen yıldaki çektiklerimden sonra gözüm korktu, ben bu çobanlık işini yapamam” dedim. İsmet, elimden tutup ısrarla, “Korkma! bizde öyle geçimsizlikler olmaz. Zaten ben hep senin yanında olacağım” deyince biraz yumuşadım ve beraber bizim eve gidip durumu anama anlattım. Anam da “Oğlum sen bilirsin, bunlar iyi insanlar” deyince cesaretim üstüme geldi. Anamı da yanımıza alıp, Hacı Halife Dayının evlerine gittik. Kendisiyle konuşup senelik 2500 liraya anlaştık. Artık yeniden çobandım. İlk gün İsmet’le beraber ahırı, samanlığı gezdik. Yemlerin nerede olduğunu, koyunları nasıl yemleyeceğimi falan öğretti. O günden sonra onlarda yatıp kalkmaya başladım ve bir müddet sonra yerime ve işime iyice alışmıştım. Mart ayının ortaları gelmiş, davar yavaş yavaş yaylıma çıkmış, keçiler koyunlar yavrulamaya başlamıştı. Bir gün, Çakır Çukur koyağına doğru gitmiştim, iki çoban da köy deresinden gelmişti. Keçinin biri onlara karıştı ve evde de yavrusu vardı bir türlü ayıramadım. Sonunda olan oldu, bir taş attım keçinin ayağı kırıldı. Bana kızacaklar diye çok korktum ve bu korkuyla adeta benimde belim kırılmıştı. Keçiyi boynuma aldım, sürüyü önüme katıp eve doğru yöneldim. Haber çoktan eve ulaşmış, ağamın kızları Sebahat ve Melahat ablalar eşeği de alıp bana karşı gelmişlerdi ki Bulgur sekisinde karşılaştık. Beni mahcup bir şekilde ağlamaklı görünce ikisi birden, “Canını sıkma Mustafa Çoban, bilerek yapmadın ya” deyip getirdikleri bisküvidi bana verip onlar da keçiyi eşeğe bindirip götürdüler. Akşam eve vardığımda beni ilk karşılayan Hacı Emmi oldu. Bana bakıp, “Biliyorum oğlum çobanın bir eli taş bir eli değnektir amma yazık, bak ahırda on beş günlük oğlağı var, daha dikkatli ol olur mu?” dedi. Bir anda tüm korkularım gidiverdi ve müthiş bir rahatlık hissettim. Bu yaşadığım olay bana iyi bir ders oldu. Artık daha bir özen gösteriyordum ve hayatımdan oldukça memnundum. Nisan ayının ortalarıydı. Artık yaylaya, Ortapunara göçme vakti gelmişti. Eşyalar traktörle gitti, koyunları da ben yayarak götürdüm. Yaylaya ağamın hanımı da gelmişti ve ben ona ‘Fato Ana’ diyordum. Bana çok iyi davranıyorlardı ve kendime ait bir çoban helkem vardı. İstediğim koyunu sağıp içebiliyordum. Bir gün Hacı Emminin büyük oğlu Seyfullah Abi gelmişti hoş beşten sonra gülerek, “Bak sana ne aldım” dedi. Baktığımda öyle bir mutlu oldum ki tarif edilemez, çünkü elindeki bir kavaldı. Kendimi şimdi gerçek bir çoban gibi görmeye başladım. Omuzumda tek kırma tüfek, belimde çoban helkesi, elimde kaval, sürülerimin peşinden geziniyor, içli türküler seslendirmeye çalışıyordum. Artık ekinler kızarmaya başlamış ve ben dağda sürülerimin yanında yatıyordum. Yanımda da ‘Toraman’ isimli kangal köpeğim vardı. Bir gece Körcepunar tarafına gitmiştim, yanımda da Yunluklu patron Abdullah Dayı vardı. Sürülerimizi yanaşık vaziyette yayıyorduk ve gecenin ilerleyen saatlerinde sürüler doyunca orada bulunan Mor Hüseyinlerin ağılı vardı, arkadaşım ağılın içine, ben de damın üstüne davarları yatırdık. Abdullah Dayı’da bağcak aldım, koluma bağladım, bir iki kez uyandım koç yatıyordu. Sabaha karşı kalktığımda hala koç yatıyordu ama sürü yoktu! Aklıma ilk gelen yere doğru öylesine hızlı koşuyordum ki tazı bile yetişemezdi. Güneş doğmuştu ama ben hala sürüyü bulamamıştım. Alçak Çala gelmiştim ki bir çan sesi duydum, korktuğum başıma gelmiş sürü, Sırrı Çaparoğlu’nun ekininin içindeydi! Hemen bir keven söküp yakıp koyunlardan tarafa fırlattım davar ürküp kıraca çıktı. O gün, Ortapunar’da Fato Ana Kuluncak’a gitmiş, yerine Sebahat Abla gelmişti. Kuşluk vakti sürülerle eve geldiğimde değişmeyen bir şey vardı, o da koyun ve keçiler sağılırken kafalarını tutmaktı. Ben tutup Sebahat Abla koyunları sağarken bir ara kafasını kaldırıp, “Lan Mustafa Çoban, maşallah koyunlar bugün ne kadar sütlü” dedi. Ben de bozuntuya vermeden ve biraz şişerek, “Tabi, sabaha kadar yatmadan yayıyorum elbette sütlü olacak abla” dedim. Mustafa Yeydem KULUNCAĞA ELVEDA VE MEÇHULE KAÇIŞ Eylül ayının başlarıydı, artık koyunlar eve gelip havşede yatıyordu ve bir öğün sağılıyordu. Kuzular büyümüş sürüye katılmış beraber yayılıyorlardı. Ekinler biçildiği için araziler boştu ve yayılım çoktu. Bir akşam eve gelmiş, yemeğimi yemiş, havşeye davarın yanına gidiyordum ki iki çobanın konuşarak gittiklerini görüp nereye gittiklerini sorunca onlar da “Bekir Emmi gelmiş, Mustafa Dayı gilde oturuyorlarmış oraya gidiyoruz, haydi sende gel köyden haber alırız” dediler. Bekir Emmi, Topalgadir’in Bekir, Mustafa Dayı, benim kirvem Sazeyın Mustafa, iki emmioğlu epey lafladık, onlar siyasetten konuştu biz dinledik. Köyden sorduk cevaplar verdi derken saat on iki olmuştu hep birlikte kalkıp dağıldık. Evin önüne gelmiştim kapıya vurdum maksadım içeriden abam ve değneğimi alıp havşede davarın içinde yatacaktım. Evin içinde Sebahat Abla ile iki kız arkadaşı oturuyorlardı, tam da bu sırada Bekir Emmi evine gidiyordu. Kapının açılmasını beklerken bizim köpek toraman Bekir Emmiye saldırdı, hemen koşup tuhundan tuttum eve doğru getirirken kapı açıldı ve Sebahat Abla bir hışımla dışarı çıkıp bana bağırmaya başladı, “Sen nasıl kapıyı çalıp kaçarsın?” diye yağdı gürledi. Ne kadar durumu anlatmaya çalıştıysam da anlamadı. “Ya abla vallahi ben kapıya vurdum içeriden abamı değneğimi alıp havşeye davarın içine yatmaya gidecektim amma toraman köpek Bekir Emmiye saldırınca kapıyı bırakıp toramanı tuttum” dedim. Ama ölçüyü kaçırıyordu. İşte o an beni sıladan gurbet ellere gönderecek bir daha da dönmeyeceğim o lafı söyledi, “Ne lan senin elinden çektiğim tipsiz eş,,oğ,,eş..!” diyerek ağzını iyice bozdu. Bir anda beynimde şimşekler çaktı, karanlık olan gece sanki zifiri karanlık olmuştu. Ani bir karar verip dönülmez bir yola girmiştim. Oysa kendini ablam gibi severdim, ondan olacak ki çok zoruma gitti. Elimde tuttuğum köpeği bıraktım, abayı ve değneği fırlattım, “Aha ben gidiyom! Madem ben tipsizim bundan sonra tipli bir çoban bul” deyip yolu elime aldım. Cidden işi bıraktığımı anlayan Sebahat Abla hemen amcasının evine koşmuş, amcasının hanımı iyi bir kadındı anam gibi severdim önümü kesip, “Oğlum Mustafa’m nereye gidiyon? O bir cahillik etmiş gel gitme, Hacı Halifenin çobanı kaçmış dedirtme” deyince, ağlamaklı bir sesle, “Bak Esme Bacı, ben seni anam gibi severim, artık buralarda duramam hakkını helal et!” deyip hızlı adımlarla yürüdüm. Ortapunar Yaylası küçük bir derenin iki yakasına yapılmış kerpiç ve taştan, üstü topraktan otuz kadar yayla evi ve beri tarafta buz gibi akan punardan ibaretti. Yayla ile Kuluncak arası yaya olarak iki saatlik yoldu. Müthiş bir aşağılanma duygusu ve öfkesi içerisinde yola giderken planları da birer birer kafamda yapıyordum. Eve vardığımda saat ikiydi kapıyı çaldım anam açtı, “Hayırdır oğlum bu saatte?” deyince, “Hayır anam, dün alvarlıların sürüsüne yaklaştıydım iki koyunum onlara karışmış akşam gidip buldum, onlar da salmadı yemek, çay derken geciktim, yarın o tarafa gelecekler orda ayıracağım” deyip anama yalan söyledim. Hatın Anam yatak serdi, abim evde yoktu bir Darendeli ortağıyla kalaycılık yapıyordu ve civar köylere gitmişlerdi. Sabah erkenden kalktım Güley Ablam, sığır katmaya gelmiş bize uğramıştı. O da tepenin öbür tarafında Bayramın Halil’in geliniydi. Anam ablamı salmadı, yumurtalı kavurma yaptı ve çayla kahvaltı yapıp evine öyle gitti. Ben de anamın elini öpüp yola düştüm, doğru eski ağamın evine varıp, “Ağam ben kaçıyom bana yüz lira ver, biraz dolanım gelim senin davarı yayacağım” dedim. O da hemen kalkıp, “Çarşıya gel köprünün altında bekle Ellez Köse’den para alıp getireyim” dedi. Ayrı ayrı yollardan gittik, az sonra parayı alıp getirdi. Zaten beş yüz lira alacağım kalmıştı, “Dört yüz kaldı” dedi gitti. Yaptığım plan iyi işliyordu. Dereye aşağı hızla yürüdüm uçarcasına kanlı armuda vardım ki Hacı Emminin oğlu Seyfullah karşıdan traktörle geliyor, işte bu planda yoktu. Kuluncak’a lise yapılıyor onlar da Tohma Çayından kum çekiyorlardı, yanıma gelip durdu, “Ne geziyon Mustafa Çoban” deyince, “Abim gilin eşeği Karabük köyüne kaçmış her halde oradan almışlar, kendiler de Bicir köyünde kap kalaylamaya gitmişler, eşeği getirip geri Ortapunara gideceğim” dedim. Bana, “Harçlığın var mı?” diye sordu, ben de “Hacı Emmi verdi” deyip onu da yolladım. Tabi o zamanlar telefon falan olmadığı için haberleşme de zordu. Epey yürümüş iyice yorulmuştum, Karaçayır köyünü geçince bir maden kamyonu geldi el kaldırıp durdurdum, Hekimhan’a kadar konuşarak gittik. Hekimhan’a vardığımda baya acıkmıştım ve Taş Hanın içinde bulunan fırından bir ekmek aldım yüz liramı verdim fırıncı bana bir ekmek verdi iki yüz lira da para verdi, hala aklıma geldikçe kendimden utanıp yüzümü kızartan ve derin pişmanlık duyduğum, yapmamam gereken bir işi yaptım ve iki yüz lirayı alıp tren istasyonuna vardım. Herkes bilet alıyordu ben de sıraya girip on yedi lira verip biletimi aldım. Az sonra o zamanki kömürlü tren duman atarak ıslığı andıran kornasını çalarak geldi. Daha önceden bir Osmaniye yolculuğum olduğu için hemen binip bir kompartımandan yer bulup oturdum. Tren yavaş yavaş hareket ederken bense belki de bir daha gelemeyeceğim bu yerlere el sallayarak bir meçhule doğru gidiyordum… AHA GİDİYOM! Sende doğdum amma bana bakmadın Elveda Kuluncak aha gidiyom Bir garip yetimdim sahip çıkmadın Elveda Kuluncak aha gidiyom Bensiz meleşsinler koyunum kuzum Silinsin dağlardan kalmasın izim Artık benim sende kalmadı gözüm Elveda Kuluncak aha gidiyom Abla bildim, küfür yedim birinden Darbe aldım yaralandım derinden Kim kaçıp gider ki kendi yurdundan Elveda Kuluncak aha gidiyom Yaşım on dört amma ben çok yoruldum Canımı acıttın sana kırıldım Hazan yedim gazel gibi savruldum Elveda Kuluncak aha gidiyom Yolum gurbetedir kalın selamet Anam, abim, ablam size emanet Ekmeğini yedim hakkın helal et Elveda Kuluncak aha gidiyom Rızık temin ettim koyun güderek Terk ederim seni firar ederek Düştüm yola Mevla’m kerim diyerek Elveda Kuluncak aha gidiyom…
-
Sadıkoğlu: “E-haciz uygulamaları depremin açtığı yarayı daha da büyütüyor”
-
Mehmet Emin Doğaner Güven Tazeledi
-
Battalgazi’de Badminton Heyecanı
-
MALATYA BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ EĞİTİM MERKEZLERİNDE SINAVA GİREN ÖĞRENCİLER ÖDÜLLÜ DENEME SINAVI İÇİN TER DÖKTÜ
-
Malatya’da eğitimlerini tamamlayan 244 hafız icazetlerini aldı
-
Malatya’da Feci Kaza: Bir Polis Şehit, Bir Polis Yaralı Adıyaman-Malatya Çevreyolu Tatari Mevkii’nde meydana gelen trafik kazasında bir polis memuru şehit oldu, bir polis memuru ise yaralandı.