Malatya,, Hitit Eserlerine Kendi Hafızasında Yer Açabiliyor mu?

Malatya,, Hitit Eserlerine Kendi Hafızasında Yer Açabiliyor mu?
Malatya’nın kültürel topoğrafyasını düşündüğümüzde ilk akla gelen, hiç şüphesiz Arslantepe Höyüğü’dür. UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne girmesi, kentin tarihsel prestijine uluslararası ölçekte bir çerçeve kazandırdı. Fakat hafızamızı biraz zorladığımızda, bugün gördüğümüz kabartmaların ve heykellerin çoğunun aslında replikadan ibaret olduğunu, orijinallerinin ise Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde saklandığını hatırlıyoruz. Bunun nedeni, 1930’larda Malatya’da uygun bir müze altyapısının bulunmamasıydı. Cumhuriyet’in erken döneminde bu durum anlaşılır bir gerekçeye dayanıyordu; fakat bugün aynı mazereti sürdürmek, kültürel miras bilincimizi sorgulatıyor.
Peki, artık çağdaş müzeoloji ilkeleriyle donanmış, eserleri kendi bağlamında sergileyebilecek bir mekânsal iradeye sahip miyiz? Çünkü taşın kendi toprağında, kendi bağlamıyla buluşması, salt bir “eser sergilemesi” değil, bir hafızanın yeniden inşası anlamına gelir. Böyle olduğunda heykel, taş olmaktan çıkar; yaşayan bir belleğe, kolektif bir kimliğe dönüşür.
Darende’nin Sessiz Tanıkları
Malatya’nın başka bir köşesinde, Darende’nin Yeniköy mevkiinde ovanın ortasında kaderine terk edilmiş bazalt heykeller durur: Aslantaşlar. Geç Hitit Dönemi’ne (M.Ö. 1000) tarihlenen bu anıtsal taş bloklar, çevresinde herhangi bir yerleşke izi bulunmamasına rağmen tek başlarına bir medeniyetin ağırlığını taşırlar. Fakat bugün onlar ne bir müzenin gölgesindedir, ne de koruyucu bir çatının. Yağmur ve karın erozyonuna, don etkisinin mikro çatlaklarda büyüyerek yüzeyi parçalamasına karşı tek başlarına bırakılmışlardır.
Oysa bu heykellere iki basit müdahale mümkündür: Turizme kazandırılacaksa bir ziyaretçi rotasına, mini bir müzeye eklemlenebilir; kazandırılamayacaksa bile yerinde bir çatı strüktürü ile koruma altına alınabilir. Çünkü iklimsel etkilerin yüzeyde bırakacağı iz, zamanla geri döndürülemez bir kayba dönüşecektir.
İspekçir’in Sürgündeki Steli
Yine Darende’den bir başka örnek: 118 yıl önce Tohma Çayı kıyısında, İspekçir köyü yakınlarında bulunan ve bugün Sivas Arkeoloji Müzesi’nde sergilenen İspekçir Steli. Karkamış Krallığı’na ait figürler ve Luvi hiyeroglifleriyle bezeli bu anıt, Anadolu’nun 3 bin yıllık geçmişine ışık tutarken, aslında Malatya’nın da tarihsel kimliğini taşır. Ancak şu an bulunduğu yer, kendi bağlamından uzakta, yabancı bir mekânda konumlanmış durumdadır.
Bir anıtın kimliği yalnızca taşındaki yazılardan değil, bulunduğu coğrafyanın hafızasından beslenir. İspekçir Steli’nin kökeni Darende’deyse, onun kolektif bellekteki yeri de Malatya’dır. Bu nedenle, hak ettiği gibi kendi topraklarında sergilenmesi, yalnızca turizm açısından değil, tarihsel adalet açısından da bir zorunluluktur.
Sonuç: Vatandaşlık Görevi
Bugün Malatya’nın önünde bir soru duruyor: Kendi tarihine, kendi hafızasına sahip çıkabilecek mi? Bu yalnızca bir müzecilik meselesi değil, kolektif kimliğin korunmasıdır. Yerel yöneticilerden iş insanlarına, akademisyenlerden yurttaşlara kadar herkesin sorumluluğu var. Çünkü bu eserlerin Malatya’ya kazandırılması turizm için bir “fırsat” değil, vatandaşlık görevi olarak görülmelidir.
Taşların dili vardır; onları anlamak için kulak kesilmek gerekir. Biz kulak tıkarsak, taş susar. Susan taş, kaybolan hafıza demektir.
-
MALATYA’DA AVRUPA HAREKETLİLİK HAFTASI RENKLİ ETKİNLİKLERLE KUTLANACAK
-
Yeşilyurt’taki Anlamlı Söyleşi Duygusal Anlara Sahne Oldu
-
Yeni Yerli ve Milli Lokomotif Projesi – Birlik Haber Ajansı
-
Malatya,, Hitit Eserlerine Kendi Hafızasında Yer Açabiliyor mu?
-
Tarımsal Destekleme Ödemeleri Hesaplara Yatmaya Başladı – Birlik Haber Ajansı
-
MALATYA’NIN FETHİ ANISINA KAHRAMANLIK TÜRKÜLERİ KONSERİ